Arkadaşım: “Hocam geçen en heyecanlı yerinde bıraktın. Bankaların karşı karşıya kaldığı risklerden bahsedecektiniz” diye aradı.
Unutmadım. Önce sana bankaların nasıl kurumlar olduğundan bahsedeyim: Bankalar, gelecekteki beklentilere göre mali tablolarını şekillendiren; beklentilerin piyasada gerçekleşmesi durumunda para ve sermaye piyasaları tarafından karlılıkla ödüllendirlen; beklentilerin tersi gerçekleşmesi durumunda ise para ve sermaye piyasaları tarafından zarar ve daha da ileri giderek sektör dışına itilerek cezalandırılan kurumlardır.
Dolayısıyla bankaların beklentileri son derece önemli. Çünkü bu beklentilere göre bankalar piyasa riski (kur, faiz, hisse senedi, emtia); kredi riski; likidite riski benzeri riskleri alıyorlar. Biz de bu risklerden hareketle bankaların finansal sağlamlığına bakarak bankaları değerlendiriyoruz. Demek ki bankaların finansal sağlamlığı dediğimizde; tüm bu riskleri ve bunun yanısıra bankaların aldıkları riskler karşısında sermayelerinin yeterli olup olmadığına bakıyoruz.
“Peki Hocam bankaların sermayeleri yeterli mi?”
Yasal olarak; bankaların üstlendikleri riskler (kredi, piyasa ve faaliyet riski) için minimum yüzde 8 oranında sermaye bulundurması gerekiyor. Ancak yüzde 8 yasal bir zorunluluk; Türkiye’de hedef oran olan yüzde 12’yi baz alıyoruz. Yani bankalar risklerinin minimum yüzde 12’si kadar sermaye bulundurmak durumunda: Örneğin, 2015 Haziran itibariyle bankacılık sisteminde Sermaye Yeterlilik Oranı (SYO) yüzde 15.4. Yani yeterli görünüyor ama burada eğilime bakmak gerekiyor: Geçen yılın aynı döneminde SYO yüzde 16.4 olarak hesaplanmıştı. Demek ki bankaların sermaye yeterlilik oranı sektörde geriliyor: Özkaynaklar artarken SYO’nın düşmesi bankaların aldıkları riskin daha çok arttığını gösteriyor.
“Hocam, bu riskin kaynağı; kur artınca 175 milyar USD pozisyon açığı olan şirketlere bankaların kredi vermesi mi?”
Hayır demeyeceğim. Çünkü; bankalar son yıllarda bireysel ve KOBİ’lere verdikleri kredileri azaltırken kurumsal kredilerini artırdılar. Bu da tabana yayılan kredilerin tersine firma bazında yoğunlaşması anlamına geliyordu. Bankalar sektörel olarak da en çok İnşaat ve Toptan Ticaret ve Komisyonculuk sektörüne kredi kullandırdılar.
Bu sektörler de TL gelir elde eden buna karşın döviz borçlu olan yani pozisyon açıklarının yoğunlaştığı sektörlerdi. Nitekim kredilerin takibe dönüşüm oranın en yüksek olduğu iki sektör de yine aynıları. En çok kur riski alan sektörlerin bankaların kredi risklerini artırmalarını doğal karşılamak gerek. Bankalalar doğrudan kur riski taşımıyor ama kredi verdikleri şirketler aracılığıyla dolaylı olarak bu riskleri taşımış oluyor.
“Kur artışı ile birlikte faizlerde de yükselme eğilimi ortaya çıktı. Bankalar faiz artışından nasıl etkilendi?”
Öncelikle faiz artışı konusunu değerlendirmek gerekiyor. Kur artarken piyasada faiz oranlarının yükselmesi kaçınılmazdır. Çünkü; döviz çıkarken piyasada TL likiditesi azalır. Bunun sonucu da faizler yükselir. Bugün piyasada MB hakkında “faizleri kur artışı karşısında neden hala yükseltmiyor” gibi serzenişler duyuyorum.
Bunu savunanların MB’nın APİ ile piyasayı rekor düzeyde fonlamasını azaltması ve faizleri yukarı çekmesi, yani “gerçekçi faiz” politikasını benimsemesi durumunda bankaların bilançolarının nasıl bozulacağını görmesi gerekiyor. Bunu göremedikleri için de serzenişleri sürüyor. Çünkü onlar “kurun düzeyine” takılmış durumdalar. Bugün bankaların bilançolarındaki bozulmayı açıkça göremiyorsak bunu MB’nın uyguladığı APİ ve faiz politikasına borçluyuz.
“Nasıl Hocam?”
Bankacılık sektöründe birkaç büyük banka kredi faizlerini belirlemede son derece etkili. Bankalar, fon maliyeti yükseldiği halde bu maliyeti bankacılık sektörünün yapısı nedeniyle müşterilerine yansıtamıyor. Bu yapı da MB tarafından uyguladığı APİ ve faiz politkası ile “garanti” altına alınıyor.
Birincisi: Faiz oranlarının piyasada gerçekçi biçimde belirlenmesi durumunda sözkonusu faizlerin kredilere (müşterilere) yansıması kaçınılmaz olurdu, çünkü bankaların en önemli geliri kredilerden alacakları faizler. Çünkü bankalar toplam kaynaklarının yüzde 72’sini kredi olarak kullandırıyorlar.
İkinci konu da bankaların aktiflerinin yaklaşık yüzde 16’sını oluşturan menkul kıymet portföyleri: Tutulan menku kıymetlerin yüzde 78’inin alıp-satılabilir kağıtlar oluşturuyor. Faiz oranlarının yükselmesi de bu menkul kıymetlerin piyasa değerini düşürüyor. Bu da bankanın özkaynaklarını eritiyor. Bir örnek vereyim; son bir yılda faizlerdeki sınırlı artış bankaların alıp-satılabilir kağıtlarının değerini yaklaşık 1.7 milyar TL düşürmüş. Faizlerin neden belli bir aralıkta (faiz koridoru) tutulmaya çalışıldığını şimdi daha anlayabilirsin…
“Hocam, 10 Soruda Türkiye’de Bankacılık Sektörü” dedik nerelere geldik. Ama haklısın, bunları bilmemiz gerekiyor. Yoksa bankalara yalnızca “karlı mı?” diye bakmak yeterli değil. Ancak benim bankacılıkla ilgili başka sorularım da var Hocam, gel bunu biraz daha konuşalım…”