Arkadaşım telefon aramalarına ara vermişti. Geçen hafta yine aradı: "Hocam, asgari ücret gerçekten 1.300 net’e yükseltilecek mi? Bu bizim ekonomimizi nasıl etkileyecek dersin?"
İktidar partisi, iktidar üretmek için vatandaşa bu sözü verdi. Artık bunun geri dönüşü yok. Önümüzdeki dönemde Anayasa değişikliği de dahil birçok siyasi beklentisi bulunan iktidarın bu sözünden geri dönmesi mümkün görünmüyor. Temelde bakıldığında mevcut asgari ücretin Türkiye’deki temel mal ve hizmetlerin fiyatları dikkate alındığında yetersiz olduğu da bir gerçek. Düşük gelirli kesim “borçlanma” yoluyla aile bütçesini çevirmeye gayret ediyor. Bu nedenle toplumun geniş kesimlerinin gelir sorunu var. İktidar üretenler de bunun farkında. Dolayısıyla asgari ücretin artması geniş kesimler ve siyasi hedefleri olan iktidar açısından önemli.
“Ama hocam biliyorsun işverenler, genelde maliyetlerinin yüksek olduğunu ve bu durumun rekabet gücü açısından büyük olumsuzluk yaratacağını belirtiyor…”
ITO Başkanı Çağlar, 13 milyon çalışanın 5.,8 milyonu asgari ücretli. Bunun 3 milyonu gerçekte yüksek ücret öder, 2,8 milyonu gerçek asgari ücrettir, birim maliyet 437 TL’den yıllık 16 milyar TL toplam maliyet artışı sözkonusu” diye bir açıklama yaptı.
Bir anlamda katlanılabilir bir maliyettir dedi. Tabii ki burada eksiklikler var: Asgari ücretin nette yüzde 30 artması diğer ücretleri de tetikleyecek bir etkiye sahip olacak.
Bana göre; 16 milyar TL’lik maliyet tahmini “çok naif” görünüyor. Diğer taraftan “yüksek ücret” aldığı belirtilen 3 milyon kişinin ve bu kişileri istihdam edenlerin ücretleri fiili olarak kamusal yükleri de artış gösterecek. Çünkü brüt hesaplamaları artan net ücret üzerinden yapılacak.
Temelde sorunun yanıtı açık: Asgari ücretin artması maliyetleri önemli ölçüde artıracak.
“Hocam bu durumda rekabet etmekte veya ayakta durmakta zorlanan işveren ne yapacak?”
Yüksek karlılıkla çalışan işletmeler bu malyete katlanabilir. Ancak KOBİ dediğimiz işletmelerde doğal olarak bu durum kayıtdışı istihdamı ve/veya Suriyeli istihdam etme isteğini artıracak. Bu birinci sorun.
İkincisi ise kredi talebinde ortaya çıkacak artış: Merkez Bankası (MB), kredi talebini belirleyen etkenleri sürekli yayınlıyor. 2014’den buyana işletmelerin “neden kredi talep ettiklerine dair gerekçeleri MB sıralamış: Stok artımı-işletme sermayesi gereksinimi ve borç yapılandırma. Demek ki işletmeler zaten işletme sermayesi sıkıntısı çekiyor. Asgari ücret artışı bu durumda işletmelerin kredi talebini artırırken ek finansman maliyeti de getirecek.
“Hocam hem asgari ücret düşük diyorsun hem de öyle olumsuzluklar söylüyorsun ki ne düşüneceğimi şaşırdım.”
Haklısın herkesin kafası karışık. Asgari ücret düzeyi düşük ama maliyetleri yükseltip ileride enflasyonist baskı yaratma potansiyeli de var. Çünkü işveren “her fırsatta” maliyetini tüketiciye yüklemek isteyecek. Ancak çözüm de var: Artan asgari ücret maliyeti içindeki kamusal yüklerin (vergi, SSK primi, işsizlik sigortası fonu primi gibi) bir bölümü devlet tarafından üstlenilebilir.
“Peki kaynak var mı?”
Devlet isterse yapar. Örneğin, İşsizlik Sigortası Fonu’nda 2014 sonu itibariyle 81.3 milyar TL birikmiş. Bu işçi, işveren ce devletin ödediği primler. Bu kaynaktan 2013’e kadar 11.5 milyar TL Gap projesi ve diğer altyapı yatırımları için kaynak kullanılmış. 2014 itibariyle işsizlik ücreti olarak ödenen tutar 1.6 milyar TL. Gördüğün gibi kaynak var. Bu kaynak etkin ve “makul” kullanılırsa yükün bir bölümünü kaldırabilecek düzeyde. Kısaca devlet isterse kaynağını da bulur.
“Tamam Hocam iş kamuya kaldı yine, desene"