Adeta küllerinden yeniden doğan, yetişmiş işgücünü savaşlarda kaybeden ülkemiz, müthiş bir kalkınma hamlesi başlatarak dünyanın sayılı ekonomileri arasına girmiştir. Potansiyelimizi doğru kullanabilirsek (genç dinamik ve eğitimli bir nüfusla) hem kişi başına düşen gelirde hem de ekonomik büyüklükte hak ettiğimiz seviyeye geleceğimizi söyleyebiliriz. Peki, 90 yıllık kalkınma serüvenimiz nasıl gelişmiş? Ekonomimiz dönemler arasında ne kadar büyüdü, dünyadan ne kadar pay adı. Sırayla inceleyelim.
Türkiye'nin Potansiyeli
Türkiye 92 yıllık dönemde ortalama olarak % 4,8 oranında büyümüş. Bu rakamdan 2. Dünya Savaşı yıllarını çıkarırsak -ki çoğu ekonomist bu yılları analizlerinde koşullar gereği ayrı tutar- Türkiye'nin ortalama büyüme oranı % 5,6 olmakta. Kısaca, tam istihdam seviyelerinde bizim potansiyel büyüme oranımız %6-7 civarında diyebiliriz. Bunun ne anlama geldiğini daha net görmek için şöyle bir hesap yapalım, eğer biz önümüzdeki 10 yıl boyunca % 7 seviyesinde büyürsek, 2025 yılında kişi başına milli gelirimiz iki katına yani 20 bin dolar seviyesine ulaşacaktır; bunu devam ettirebilirsek, 2035 yılında 40 bin dolara ulaşacaktır. Ancak büyüme hızımız son yıllarda olduğu gibi % 3'lerde kalırsa, milli gelirimizin 20 bin dolar olması ancak 2040 yılında mümkün olabilecektir. (Ülkemizin ekonomik büyüme verileri 1923'ten itibaren Kalkınma Bakanlığı tarafından yayımlanmış, )
Tek Parti Dönemi, Tek Başına İktidarlar ve Koalisyonlar
Peki dönemler itibarı ile büyüme rakamlarımız nasıl? Bu çerçeveden bakacak olursak çıkan resim aşağıdaki grafikte yer almakta.
Grafikte öne çıkan şu ki; Cumhuriyet'in ilk yıllarında küllerinden doğan bir toplum, rekor seviyelerde bir büyüme hızı yakalamış. Bu yüksek büyüme dönemi 1960'lara kadar devam etmiş. Darbe hükümetleri ise genel anlamda düşük bir performans sergilemişler (1971-74 dönemi hariç, bu dönemdeki dört hükümetin sivil ağırlıklı olmasından dolayı olabilir.)
Grafikte diğer ilgi çeken ayrıntı ise tek parti hükümetleri ile (mavi sütunlar), koalisyon hükümetleri (kırmızı sütunlar) dönemindeki ortalama büyüme rakamlarının -1997/2002 koalisyon hükümetleri hariç- çok farklılık göstermemesi. Hatta Süleyman Demirel'in dört partili koalisyonu 1976 yılında % 10,5'lik bir büyüme yakalamış. 1990'lı yılların sonları ise, 28 Şubat süreci, sonrasında İzmit depremi ve Asya krizinin ülkemizi ziyaret etmesi ile birlikte ülke olarak performansımızın düşük olduğu yıllar olarak göze çarpıyor.
Dünyadan Aldığımız Pay
Bu rakamlar aslında ara dönemler ve doğal afetlerle kesintiye uğramaması halinde, büyümemizi koalisyon ya da tek parti hükümetleri fark etmeksizin % 5'ler seviyelerine çekebileceğimiz gösteriyor.
Peki bu yeterli mi, dünya üretiminde bizim payımız da bu oranda artıyor mu? Bunu görebilmek için IMF'in 1980 yılından itibaren yayımladığı verilerden yararlanarak, ülkelerin dünya ekonomisi içerisinde aldıkları paylara bakmakta fayda var. Aşağıdaki grafikte de görüldüğü gibi, dünya ekonomisindeki payımız 1987'de % 1,41’di, bugün yine aynı seviyelerde, hatta IMF bu oranın 2019'a kadar % 1,38'e kadar düşeceğini tahmin etmekte. Buradan çıkan sonuç şu ki aldığımız pay artmıyor ve bu büyüme oranı ile devam edersek refahımız da artmayacak demektir -Türkiye'nin nüfusu dünya nüfusundan daha hızlı artıyor. Dolayısıyla aslında hedeflememiz gereken büyüme oranı istikrarlı olarak % 7'ler seviyesinde olmalı. Bu oranı yakalamanın sırrı ise başka bir yazıya kalsın.