Geçen haftanın en önemli konusu Birleşmiş Milletlerin 5 daimi üyesi olan ABD, İngiltere, Rusya, Çin ve Fransa ile bu beşliye dahil olmuş olan Almanya’nın (Bunlara kısaca P5+1 deniliyor) İran ile nükleer enerji konusundaki uzlaşma anlaşmasıydı.
Anlaşmanın en önemli özelliği, sadece P5+1 ülkelerini memnun eden bir anlaşma olmaktan ziyade İran’ın da memnun olduğu ve bu süreci kendi kamuoyuna rahatlıkla anlatabilecek olmasıydı. Ancak her iki taraf açısından da oyun henüz bitmedi.
İran yüzyıllara dayanan İmparatorluk Geleneğinden gelen, uluslararası siyaseti ve müzakere tekniklerini bilen, bu siyasetten elde edebileceği ekonomik ve siyasal sonuçları çok iyi hesaplayabilecek bir geçmişe sahip bir ülke.
İran ile varılan uzlaşma eğer kalıcı olabilirse, bölgenin geleceği açısından son derece farklı durumlarla karşı karşıya kalabiliriz.
Daha önce varılan anlaşma neyi kapsıyordu hatırlamakta fayda var:
Bir yıl önce yapılan ve bugün süreci uzlaşmaya taşıyan ilk anlaşmaya göre İran artık daha fazla uranyum zenginleştirmesi yapmayacak ve Arak’taki tesisinin faaliyetlerine son verecekti. Karşılığında ise 4 milyar doları bulan dondurulmuş parası serbest kalacak ve günlük 1 milyon varillik üretim hakkı da korunacak ancak üretim hakkı şimdilik kaydıyla artmayacaktı. Kısa vadede üretim artışı öngörülmemiş olsa bile, dondurulmuş petrol gelirlerinden altın ticaretine kadar birçok ticaret kaleminde İran için baskının azalması anlamına geliyordu bu anlaşma. Sürecin işleyişine bakılacaktı ve 6 ayın sonunda ise henüz detaylarını bilmediğimiz şartlar yerine gelmiş olursa daha fazla adım atılacaktı. Böylece, İran’ın uranyum zenginleştirme hakkı bir noktaya kadar tanınırken nükleer girişimlerinin olmayacağı umut ediliyordu.
Bugün geldiğimiz noktada ise; 2.Nisan.2015 tarihinde yapılan ortak açıklamaya göre, İran’ın nükleer programının barışçıl niteliğini teyit edecek ve İran’ın tabi olduğu yaptırımların kaldırılmasına imkan tanıyacak kapsamlı bir çözüm doğrultusunda kritik bir adım atıldığı belirtildi ve Detaylı Ortak Eylem Planı’nın önemli hususları üzerinde anlaşmaya varıldığı kaydedildi. Buna göre İran, Natanz dışında başkaca bir nükleer zenginleştirme yapmayacak.
Süreci hep beraber yaşayıp göreceğiz. Ancak anlaşmanın olmasına en çok sevinen ülkelerin başında şüphesiz ki Türkiye geliyor. Ancak acaba Türkiye bu sevincinin karşılığını ekonomik ve siyasi olarak alabilecek mi?
Bu soruya cevap aramadan önce +1 olarak eklenen Almanya’ya biraz göz atmakta fayda var. Şöyle ki; Almanya’nın yaklaşık 500 firmasının İran’da şubesi mevcut. Almanya İran ile uzun zamandan bu yana ticaret gerçekleştiriyor. Bazı zamanlar kesintiye uğrasa da iki ülke arasında 2012 yılı verileriyle 4.1 milyar dolarlık bir ticaret hacmi söz konusu. Almanya’nın güçlü ekonomisi İranlılar için cazibe konusu. Üstüne üstlük İran’ın nükleer programı Almanya’nın katkısına muhtaç. Yıllardan bu yana yenilenmeyen ve bakımsız hale gelmiş alt yapı yatırımlarının yapılacak olması Almanya’nın iştahını daha da kabartıyor. Hele hele Rusya pazarında Alman şirketleri ciddi yara almışken.
ABD açısından altyapı yatırımları bir yana, İran petrolün taşınması konusunda İran ile yapılacak anlaşma bölgeden elde edilecek kazanımları katlayacak bir dönüm noktası olarak tarihi fırsatlar sunuyor.
İran’ın tekrar petrol sevkiyatına başlaması ile dünya dengeleri alt üst olabilir. Ancak bu kez petrolün taşınmasının daha ucuz olacağı kesin.
İran Petrolünün batıya sevkinde gemilerin Hürmüz Boğazını ve oradan da Kızıl Deniz’i geçmelerine gerek yok artık. ABD hemen güneyimizde kendince güvenli bir bölge yarattı. ABD kontrolünde bir Kuzey Irak Kürt Devleti ve Suriye’de ayrılıkçı politikalar bu koridorun açılması anlamına geliyor. Şimdilik IŞİD tehdidi var görülse de ABD açısından kontrol edilemez değil. Güvenli Bölgeden petrol sevki konusunda Türkiye’ye de bir alternatif yaratılmış olacak.
Kanımca Türkiye ve İsrail’in bu bölgede kaderi ortak gibi. Ortaya çıkabilecek gelişmeler her iki ülkeyi de devre dışı bırakabilir.
Yeni bir petrol boru hattı olasılığı (Türkiye üzerinden sevke göre daha kısa ve daha kontrol edilebilir) Türkiye’nin bölgede devreden çıkmasına sebep olabilecekken, bölgeye gelebilecek olası bir barış ve İran’ın batı standartlarında bir yapıya kavuşturulması ve tehdit olmaktan çıkması, bu bölgede terörden fayda sağlayan İsrail’in aleyhine olabilir. Böyle bir gelişme de İsrail’in de devre dışı kalacağı açık. Netanyahu’nun ABD ile ters düşen söylemlerine bu açıdan da bakmakta fayda var.
Ancak nasıl bir gelişme olursa olsun, Türkiye kolayca gözden çıkarılabilecek bir ülke değil ve İran hala Türkiye’ye cazip fırsatlar sunuyor.
Her şeyden önce İran bizim yüzyıllara dayanan, aynı coğrafyayı paylaştığımız komşumuz. Öte yandan, İran açısından Türkiye, ülkenin batıya açılan kapısı. Ticari ilişkiler anlamında geliştirilecek çok şey var. Genellikle turizm gelirlerindeki artış ilk beklenti konusu olsa da, İran’ın yıllardan bu yana eskiyen ya da yapılamamış olan altyapı yatırımlarının ambargonun yavaşlaması ile birlikte ülkeye akacak parayla birlikte yapılacak olması, özellikle bu coğrafyada yüksek tecrübeye sahip müteahhit şirketlerimiz için büyük bir fırsat ortaya koyuyor.
Bu yeni dönemde geçmişe kıyasla İran’ın bir tehdit olarak algılanmaması geleceğe yönelik çok ortaklı projelerin oluşmasına imkân tanıyabilir. Ortak kültürel özelliklere sahip olunması nedeniyle, Türk Gıda Şirketleri zincir mağazalar yoluyla İran pazarından pay alabilirler. Küçük uçaklı bölgesel uçuşlar Türkiye’nin Güneydoğusu ile İran arasındaki ticareti artırabilir. Tarım ve Hayvancılık konusunda da iş birliğine gidilebilir.
İran açısından da tek hedef Petrol ticaretini artırmak olmamalı. İki büyük ülkenin petrol dışı ticarette beraber yapabilecekleri çok ortaklıklar var. Netice itibariyle İran’la varılan son anlaşmanın, büyük ticari potansiyele sahip komşumuzla yeni bir sürecin başlangıcı olacağı çok açık. Her iki ülkenin büyük kültürel altyapısı ve engin tarihi, beklentileri artırmaya fazlasıyla imkân tanıyor tabi temel şart oyunun içinde kalmak ya da kalmayı becerebilmek.