Ekonomik büyümenin hızlanması elbette önemli ve pastanın genişlemesi anlamına geliyor. Ancak bu pastanın daha da büyümesi ve potansiyeline yaklaşması, pastayı yapanın ve yiyenin koşullarının daha iyileştirilmesi ve daha kaliteli bir donanıma sahip olmasıyla mümkün.
2008’de başlayan krizin ardından dikkatler gelişmiş ekonomilere ve onların krizle mücadele için kullandıkları politika araçlarına çevrilmiş durumda. Diğer taraftan, dünyanın kalan kısmında, krizden dolayı gelişmiş ülkelere azalan ihracatın büyümeyi olumsuz etkilemesi sonucu, sessiz sedasız bir politika değişimi meydana geliyor. Azalan ihracat gelirleri dolayısıyla bu ülkeler ekonomilerini yeniden dengelemeye çalışıyorlar ve büyüme ve istihdam artışı için yeni kaynaklar bulmaya çalışıyorlar.
Ekonomik büyümenin hızı, ülkeler arasındaki gelir farklarını azaltıp çoğaltırken, ülke içindeki gelir eşitsizliğinin giderilmesi, bu ülkelerin önce büyümesinde ardından da kalkınmasında önemli rol oynuyor. İşte bu politika değişimi, ülkeler arası ve ülke içi gelir dağılımı farkını azaltmayı amaçlıyor.
"Ekonomik Büyüme", belli bir dönemde üretilen mal ve hizmetlerin piyasa değerlerindeki artış anlamına geliyor. Girdilerin verimli kullanılmasından kaynaklanan büyümeye ise "Yoğun Büyüme" deniyor. Ancak ekonomik büyüme kalkınma için tek başına asla yeterli olmuyor. Politikalar ve kurumlar büyümenin kalkınmaya evrilmesinde temel rol oynuyorlar. İyi tasarlanmış ve kuralları yerli yerine oturtulmuş işgücü piyasası ve sosyal kurumlar bu amaca ulaşmak için kilit önem taşıyor.
Nitekim krizden sonra kalkınmakta olan ülkeler, politikalarını yeni koşullara ayarlayarak, kaliteli istihdama yatırım yoluyla diğerlerine göre daha hızlı büyüdüler ve kriz döneminde büyüme güçlüğü içindeki gelişmiş ülkeler ile aradaki farkı daralttılar. 1980 ile 2011 yılları arasındaki dönemde, kalkınmakta olan ülkelerin kişi başına GSYİH’sı yılda ortalama yüzde 3.3 büyürken, gelişmiş ekonomilerde bu oran yüzde 1.8’de kaldı.
Ancak bu büyüme hızı farklılaşması kalkınmakta olan ülkeler arasında da görülüyor. Kabaca bu grubu üçe bölerse, "gelişen ülkeler"de kişi başına gelir, aynı dönemde yüzde 3.7 büyürken, "düşük ve orta gelirli ülkeler" yüzde 3.5 ile hafifçe daha yavaş büyüdü ve "az gelişmiş ülkeler"de ise bu oran yalnızca yüzde 1.3 seviyesinde kaldı. Böylelikle son grupta büyüme gelişmiş ekonomilerin altında gerçekleşti ve aradaki fark daralacağına daha da arttı.
Bilimsel çalışmalar, istihdam kalitesini iyileştirmeye yönelik çabaların büyümeyi olumlu etkilediğini ve bu yolu seçen gelişen ülkelerin benzerlerine göre daha hızlı büyüdüğünü gösteriyor. Kalkınmakta olan ülkeler, krizin etkilerini gidermek için dış ticaret ve yatırım ve altyapı harcamaları üzerinde duruyor, ancak bu çabalar istihdam artışları, fakirlikle mücadele ve iş fırsatlarını genişletmeye yönelik çabalar ile tamamlanmazsa kalkınmaya destek olamıyor. Sağlam bir tabana dayanan istihdam regülasyonları, asgari ücret ve sosyal güvenlik uygulamaları sürdürülebilir büyüme ve kalkınmanın önemli faktörleri haline geliyor.Aksi halde, kalkınmakta olan ülkelerde artan genç işsizliği, yüksek kayıtsız istihdam ve büyük çaplı gelir eşitsizliği gibi acil çözüm bekleyen konular, sosyal sıkıntılara yol açabiliyor.
Buna iyi bir örnek olarak Azerbaycan gösterilebilir. Azerbaycan petrol zengini bir ülke ve petrol üretimindeki ihtisaslaşması 19’ncu yüzyıla dayanıyor. Ülke, 1991 yılında bağımsızlığını kazanmasının ardından hem fiyat istikrarı hem de kamu açıkları konusunda makroekonomik istikrarını korumasına karşın, o dönemde hem piyasa ekonomisine geçmek hem de hammadde sektöründeki yüksek büyümeyi yönetme zorluğu ile karşı karşıya kaldı.
Ancak Azerbaycan doğru yolu seçerek insani kalkınma alanına yatırım yaptı. 2000 yılından sonra, fakirlik ve eşitsizlik azalırken, kişi başına GSYİH hızlı bir büyüme gösterdi. Sosyal güvenliğe yapılan güçlü yatırım, kaynağa dayalı ekonomilerin karşılaştığı eşitsizlik sorununun giderilmesini sağladı. Yükselen petrol fiyatları da bu kalkınmaya yardımcı oldu.
Tüm bu koşullar altında, önümüzdeki beş yıl boyunca, gelişen ülkelerde, çalışma yaşına gelen nüfustaki artışı karşılayabilmek için her yıl yaklaşık 200 milyon yeni istihdama ihtiyaç var. Bu durum genç işsizliğini ön plana çıkarıyor. Bu sorun özellikle Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde ciddi boyutlara ulaşmış durumda. Bu ülkelerde genç nüfusun çte biri iş bulamıyor. Genç kadın nüfusun durumu daha da kötü. Bu grupta işsizlik oranı yüzde 45'e yaklaşıyor.
Diğer taraftan, gelişen ülkelerde eğitim alanların sayısı artarken, istihdamdaki kalite bunun gerisinde kalıyor ve eğitimli kişiler ile buldukların işin kalitesi arasındaki boşluk artıyor. Bu durum beyin göçünü ortaya çıkarıyor. Gittikleri ülkelerdeki ücret ile kendi ülkeleri arasındaki oran 1'e 10'a kadar çıkabiliyor. Zira bu ülkeler, kaliteli eğitime sahip bireyler yetiştirmek ve bu kişileri donanımlı koşullarda, kaliteli işlere yerleştiremekte yetersiz kaldıkları ölçüde, zaten yetersiz sayıdaki bu kişileri elde tutamıyor.
Bilimsel çalışmalar, kalkınmanın ekonomik tabanı çeşitlendirmeyi ve kaliteli istihdam yaratmak için sürdürülebilir girişimlerin imkânlarını genişletmeyi gerektirdiğini gösteriyor. Özet olarak, büyümeyi yalnızca ihracat tabanlı, ekonominin kalan kısmı ile zayıf bağlantıları olan birkaç sektörde yoğunlaştırmamak gerek.
İşgücü ve sosyal güvenlik kurumları ekonomik büyümenin, kaliteli istihdamın ve insani gelişmenin önemli unsurlarıdır ve sosyal eşitsizliğin büyüdüğü ve doğal kaynak ya da arazi sahiplerinin rant peşinde koşma davranışlarının kontrolsüz devam ettiği bir ortamda, sürdürülebilir ve güçlü bir büyüme sağlanamaz.