Erken seçim kararının açıklanmasıyla birlikte gündem öyle hareketli bir hal aldı ki ekonomi politikası deyince sadece konjonktürel gelişmelere müdahaleleri anlar olduk. Seçim sonrasında bu durumun hemen tersine dönmesini beklememek lazım; meclis kompozisyonu değişsin veya değişmesin yeni ekonomi kadrolarının önceliği ister istemez yapısal bir dönüşümden önce konjonktürel gelişmelere tepki verecek politikalar olacaktır. Ancak dikkate alınması gereken önemli bir husus, seçim sonrasında önümüzde daha talepkar bir iç ve dış yatırımcı güruhu ile sabırsızlıkla alım gücünü eriten unsurların ortadan kalkmasını bekleyen bir hanehalkı olacak. Dolayısıyla seçim sonrası kadroların hızlıca oluştuğunu varsaysak bile yapılacaklar listesini enflasyonu düşürmek, bütçe açığını düşürmek, yatırımcı güvenini tesis etmek gibi sığ ifadelerle dolduran bir ekonomi programının ötesinde bir yaklaşıma ihtiyaç duyacağız.
Ekonomi programı deyince gözümüzün korkması da gerekmiyor. Bunu 2001 krizinden sonra oluşturmayı ve başarılı bir şekilde uygulamayı başardık. Yeniden başarmamak için bir neden yok, yeter ki vizyonu doğru oturtalım. Maliye politikası ile başlayacak olursak, seçim sonrası oluşturulacak ekonomi programından beklediğimiz şey programın kayıtdışılığı azaltmak, giderleri kotrollü arttırmak, sosyal güvenlik açıklarını azaltmak tarzı bir yapılacak listesinin ötesine geçmesi. Örneğin "bir yılda denetimleri şu kadara çıkartmak, denetmenleri şu yetkilerle donatmak, suistimali engellemek, vergi bilincini geliştirici şu kadar yayın çıkarmak, şu dijital unsurları kullanmak, vergi bilinci eğitimini şu yaşlardan başlayarak eğitim müfredatına koymak” gibi ana amaçlarla bilinci geliştirmekten geçen bir yaklaşım konuyu yapısal reform boyutuna taşımanın ilk adımı olacaktır. Ancak bu şekilde dönüşümü hedef alan bir program yaklaşımı, bütüncül bir sahiplenmeyi beraberinde getirecek ve başarılı olması için kurumların birlikte hareket etmesini sağlayacaktır.
Para politikası için de aynı şey geçerli. Fiyat istikrarını tesis etmenin TCMB’nin görevi olduğunu herkes biliyor. Ancak TCMB’nin verdiği beklentiler çıpa niteliği taşımıyor ve yabancı yatırımcıların hala bağımsızlık ile ilgili kuşkuları var. Konuyu biraz daha geliştirecek olursak kurumsallık ve de yönetişim ilkeleri ile ilgili göstergelerde Türkiye’nin daha üst seviyelerde yerini almayı politika dizayn ederken öncelikleri arasına alması, bununla ilgili bir farkındalık çalışması yürütmesi gerekiyor. Bu konuda yol alındıkça hem bugünlerde gün be gün konuştuğumuz risk primleri, CDS’ler, kur ve faiz oynaklığı gibi değişkenlerin değişim aralığının daha aşağı seviyelere taşındığını göreceğiz; hem de politika önceliklerimizin, akademik ve teknik tartışmalarımızın çok daha yapısal bir boyuta taşındığına şahit olacağız.
Bir diğer önemli konu da sanayileşme ve yeni sanayi devrimine uyum elbette. Bu konu öncelikle çok nitelikli ve detaylı bir analizi, ardından da stratejik bir yaklaşımın oluşturulmasını içeriyor. Zira bugün sanayi sektörlerimizin konjonktürel gelişmelerden çektiği sıkıntıların büyük bir kısmının altında yapısal zaafiyet yatıyor. Bu zaafiyetleri gidermek de öncelikli olarak mevcudun analizinden geçiyor. Örneğin istihdam politikasını tasarlamak sadece mesleki eğitimlere ağırlık vermeyi taahhüt etmeyi değil; sanayi, hizmet ve hatta tarım sektörlerinde gelecekte ihtiyaç duyulacak niteliklerin çıkartılıp bunlara uygun mesleki eğitim altyapısının oluşturulmasını, know-how transferine olanak tanıyacak yurtdışı işbirliklerinin önünün açılmasını, kazanılan bilgi birikiminin ar-ge yatırımlarıyla ileriye taşınmasını ve rekabetçi olunan alanların desteklenmesini içermesi gerekiyor. Yapılacaklar bunlarla sınırlı değil, bunlar sadece örnek tabi ki ancak bu bakış açısıyla katma değerli üretimin önü açılıp, sürdürülebilir büyümeye hizmet eden bir yapısal dönüşüm gerçekleştirilebilecektir.
Özetle, makroekonomik istikrarı sağlamak ve kalkınma hedefine doğru yol almak hem zaman isteyen hem de iyi düşünülmüş, uzun vadeli bakış açısıyla dikkatlice dizayn edilmiş politikaları uygulamayı gerektirir. Dolayısıyla, seçim sonrası beklentilere cevap verecek bir ekonomi programının da “faizi, enflasyonu, kuru, bütçe açığını, cari açığı düşürmemiz gerekiyor” söyleminden çıkması ve sanayimizi üretim ve teknoloji odaklı, eğitim sistemimizi gelecek neslin ihtiyaçlarına cevap verir nitelikte, hukuk sistemimizi adil ve yatırımcı güvenini tesis edecek nitelikte tasarlanması gerekiyor. Bu vizyonla hareket edildiğinde bugün borç yapılandırmalarını konuştuğumuz büyük özel sektör şirketlerimizin global arenada yerlerini aldığına, teşviksiz istihdam yaratan bir büyüme yapısına kavuştuğumuza ve doğru politika bileşiminin çektiği yabancı yatırımın Türkiye’den çıkmak için değil kalmak için yer aradığına şahit olacağız. Üzerine vergi bilinci, enflasyonla mücadele bilinci ve yanlış politikaları sorgulama ve doğruları talep etme bilinci eklendiğinde, düşük faiz ve istikrarlı kur bu yaklaşımın en büyük getirileri olacaktır.
* Ekonomist Özlem Derici Şengül, bu makaleyi Business HT için yazdı. Meslek hayatına Globalsource Partners Türkiye’de Asistan Ekonomist olarak başlayan F. Özlem Derici Şengül, Erste Securities İstanbul ve Ata Yatırım’ın ardından, Deniz Yatırım Menkul Değerler’de Başekonomist olarak çalıştı. Şengül, su anda kendi girişimi olan Spinn Eğitim ve Danışmanlık şirketinde eğitim ve danışmanlık hizmetleri veriyor.
**Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Business HT'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir. Ayrıca burada yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değil, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir.