BIST 100 9.079,97 % 3,10
USD/TRY 32,3221 % 0,09
EUR/TRY 35,1054 % 0,10
Piyasalar
9.079,97
% 3,10
32,3221
% 0,09
35,1064
% 0,10
1,0802
% -0,24
47,65
-0,28
2.214,43
% 0,89
87,35
% 1,43
En son haberlerden haberin olsun istemez misin?

Acemoğlu: Demokrasinin kar payı: Hızlı büyüme

Dünyanın en saygın ve en çok atıf yapılan iktisatçılarından biri olan MIT Öğretim Üyesi Prof. Daron Acemoğlu Bloomberg'in ekonomik büyüme ve demokrasiye yönelik zorluklar dizisinin ilk makalesini kaleme aldı. Acemoğlu makalesinde, "Piyasa reformlarını benimseme eğilimi, demokratikleşmenin ekonomik büyüme oranlarını artırmasının nedenlerinden biridir, ancak bu tek değil. Kısmen bu reformların bir sonucu olarak ve kısmen de bir demokrasinin getirdiği diğer ekonomik ve sosyal değişimler nedeniyle, demokratikleşmeyi takiben yatırımlar artar ve bu reformlarla birlikte demokrasinin başlamasından birkaç yıl sonra büyümenin sağlanmasından sorumludur." ifadelerini kullandı. İşte Acemoğlu'nun makalesinin tam metni...

Acemoğlu: Demokrasinin kar payı: Hızlı büyüme
DARON ACEMOĞLU* 18 06 2018, 16:29

Demokrasinin yanlışlarını belirlemek yıllar boyunca kolay olmuştur. Platon demokrasiyi anarşi, istikrarsızlık ve hatta güruh yönetimi ile eşit tutmuştur ve demokrasinin zorbalıktan sonra ikinci en kötü hükümet yönetimi modeli olduğunu savunmuştur. Aristoteles ise demokrasi konusunda daha merhametli olmasına rağmen yine de demokratik süreçler konusunda şüphelidir ve “Devletteki ilk ofislerle birlikte insanlara güvenmek güvenli değildir.” der. Montesquieu, Rousseau ve Nietzsche dahil olmak üzere birçok modern Batılı felsefeci de benzer şekilde demokrasiye eleştirel yaklaşırlar.

Bu görüş, demokrasinin mevcut sıkıntılarından önce, özellikle de demokrasinin dünyadaki çoğu ülke için bir hükümet biçimi olarak uygunluğuna gelince, hiç de nadir değildir. Örneğin saygıdeğer yargıç ve iktisatçı Richard Posner, 2010'da “Diktatörlük, çoğu fakir ülke için çoğu zaman optimal olacak. Bu ülkeler sadece basit ekonomilere sahip olmakla kalmayıp, aynı zamanda demokrasinin kültürel ve kurumsal ön koşullarından yoksun kalmaya da meyilliler. ” ifadelerini kullanmıştı. 

 

Günümüzde demokrasinin günlük vukuat kaydı ise daha uzun. Bunun sebebi için tıkanıklık, etkisizlik, reform yapılamaması ve tabii ki Beyaz Saray'ın mevcut sakini gibi kusurlu karakterlerin seçilmesi gösteriliyor. Bütün bu işlevsizlikler varken demokrasilerin ekonomik sorunlarının olması hiç de şaşırtıcı değil. Ve bu durumda konu demokrasinin ekonomik büyüme için o kadar da iyi olmayışı değil midir? 

Aslında gerçek biraz daha farklı. Demokrasi ekonomik büyüme için oldukça iyidir. Demokratikleşen ülkeler (demokratik olmayan askeri diktatörlük, monarşi veya otokrasi gibi rejimlerden demokrasiye dönen) önlerindeki 20 yılda çok daha süratli büyürler ve kişi başına düşen gelir yüzde 20 oranında daha yüksek olur. (1)

Güney Kore örneği bunu göstermektedir. Güney Kore’nin mucizevi büyümesi, ülkenin devlet temelli sanayileşmesini yöneten General Park Chung-hee gibi 1960’lı yıllardaki otoriter liderlerine borçludur. Ancak, Japonya'nın sadece üçte biri kadar kişi başına düşen gelire ulaştığı 1980 yılına kadar büyüme yavaşladı. On yıl boyunca büyük öğrenci, sendika ve demokrasi yanlısı protestolar, son olarak, 1987 yılının Haziran ayında askeri hükümeti düşürdü ve ekonomi, önümüzdeki yirmi yılda, yıllık olarak neredeyse yüzde 5 büyüdü. Bugün, kişi başına düşen gelir, Japonya’dan yalnızca yüzde 30 daha azdır.

 

Fakat bu nasıl doğru olabilir? Demokratik olmayan Çin tüm zamanların en büyük mucizevi büyümesini gerçekleştiren ülke değil mi? Çoğu yorumcu, demokrasinin büyüme için için iyi olmadığına inanmıyor ya da nötr kalmıyor mu? Demokrasiler, yolsuzlukla mücadele veya tekelleri ortadan kaldırma gibi ekonomik büyümeyi hızlandıracak reformları benimsemede özellikle kötü değiller mi? Elbette, demokrasi fakir veya düşük eğitim toplumunda işlev göremez; felakete yol açan ekonomik etkileri değil mi? Ve tüm dünyadaki demokrasi zorlukları bugün demokrasinin sorunlu doğasını tecrübe etmiyorlar mı?

Sırayla bu beş noktanın her birini alalım.

Evet, Çin’in büyümesi etkileyici. Hiçbir demokratik ülke buna yaklaşmıyor. Ancak, Çin’in 1970'lerin sonlarından itibaren büyümesinin, kişi başına düşen geliri yılda 300 dolardan azken, Almanya’daki ya da ABD’deki büyüme oranları ile kıyaslamak, elmaların portakallarla karşılaştırılmasının özellikle korkunç bir örneği olarak görülmektedir. Doğru sorular şunlar; Almanya son yirmi yılda demokratik olmayan bir ülke olsaydı hızlı büyür müydü ve Çin demokratik olsaydı daha yavaş büyür müydü? Bu karşı olgusal soruların cevaplanması ve ülkenin siyasi rejiminin farklı olması halinde büyümenin nasıl gerçekleşeceğine dair makul bir tahmin oluşturmak için istatistiksel bir yaklaşımın yapılması her zaman zordur. En basit yaklaşım, Çin’in büyümesinin Almanya’ya karşı büyümesi gibi basit bir ülke karşılaştırması yapmaktan kaçınmak, ancak bir ülkenin büyüme yolunun demokratikleştikten sonra (ya da demokratikleşmeden) nasıl değiştiğine bakmaktır. Bu, demokratik olmayanların büyüme açıklarını en belirgin şekilde ortaya koyan bir tür analizdir. 

 

Evet, popüler tartışmalardaki fikir birliği ve bazı akademik makalelerde ifade edilen görüş, demokrasinin büyüme için iyi olmadığıdır. Bu hatalı görünümün birkaç kaynağı vardır. Birincisi ve en önemlisi, birçoğunun, bazı demokratik ulusların büyüme deneyimini bazı demokratik olmayanlara kıyaslarken- Çin'in büyümesini, Batılı uluslarınkiyle kıyaslama gibi - karşılaştırmalı istatistik analizinden ziyade, sıradan karşılaştırmaları temel almalarıdır. İkinci potansiyel sebebi anlamak için, ilk olarak, demokratik olmayan rejimlerin ekonomileri çöktüklerinde başarısız olduklarına dikkat çekmek yararlıdır. Bu yüzden demokrasiler sık sık kargaşa içinde bir ekonomiyi miras alırlar. Demokratikleşmeden birkaç yıl sonraki ekonomi ile birkaç yıl önceki ekonominin karşılaştırılması demokrasinin ekonomik canlılık için ne ifade ettiği konusunda muhtemelen yanıltıcı bir izlenim bırakacaktır. Son olarak, Platon ve Aristoteles'e geri dönersek, birçok entelektüel demokrasinin zayıflıklarına dikkat çekerek ve çoğu kez başarılarını görmezden gelerek demokrasinin karar verme güçlüğü konusunda şüpheci yaklaştı.

General Augusto Pinochet'in 1973’te Şili’de Salvador Allende'nin demokratik yollarla seçilmiş hükümetini devirmesinin (ve 3.000'den fazla insanı idam ettirmesinin) ardından yaptığı gibi  genellikle, bir diktatörün reformları zorlamak için güçlü bir kavrayışa gereksinim duyduğunuz argümanıyla desteklenen demokrasilerin ekonomik reformda kötüye gittiklerine dair yaygın bir görüş var. Günümüzde birçokları otoriter hükümetleri, bunların demokrasilerin sindiremediği zorlu reformları uygulamak için daha uygun olduklarına dair argümanıyla destekliyor.

Ama gerçek tam tersi gibi görünüyor. Çeşitli alanlarda, demokrasilerin piyasa dostu reformları benimsemeleri daha olasıdır. Bir ülke demokratikleştiğinde, genellikle demokratik olmayan öncül rejim tarafından başlatılan bir dizi verimsiz düzenleme ve tekelleri ortadan kaldıran bir reform dizisini üstlenir.

Piyasa reformlarını benimseme eğilimi, demokratikleşmenin ekonomik büyüme oranlarını artırmasının nedenlerinden biridir, ancak bu tek değil. Kısmen bu reformların bir sonucu olarak ve kısmen de bir demokrasinin getirdiği diğer ekonomik ve sosyal değişimler nedeniyle, demokratikleşmeyi takiben yatırımlar artar ve bu reformlarla birlikte demokrasinin başlamasından birkaç yıl sonra büyümenin sağlanmasından sorumludur. Fakat demokratikleşmeyi takip eden en önemli değişiklik, ne piyasa reformları ne de yatırımdır. En önemli değişiklik, demokrasilerin vergileri artırdığı, eğitim ve sağlık üzerinde daha fazla harcama yaptığı, gelecek yıllarda daha fazla üretkenlik elde etmek için ekonomiyi hazırlamasıdır. 

 

Evet, Richard Posner’ın yukarıda bahsettiği alıntıda, seçmenlerin yeterince eğitilmediği ya da ekonominin modern olmaktan uzak olduğu, demokrasinin daha büyük sorunlara sahip olması ve olumsuz yönlerinin olumlu yönlerine ağır basabileceğini öne süren bir varsayım var. Ama veriler farklı bir şey gösteriyor. Düşük gelirli ve düşük öğrenimli ülkelerde bile demokratikleşme daha hızlı büyümeye yol açıyor gibi görünmektedir.

Bu, bazı ülkelerin demokrasi için hazır olmayabileceğini inkar etmemekte ve eğitim seviyesi veya ekonominin yapısıyla çok ilişkili değildir. Ancak ülkedeki siyasetin doğasıyla ilgilidir. Uzun süredir devam eden diktatörü Albay Muammer Kaddafi'nin düşüşünden sonra Libya'yı ele alalım. Demokrasi, kayalık bir parçaya çarpmak zorunda kaldı çünkü Kaddafi, rejimini desteklemek ve devletin ordusunun ötesinde devletin en temel kapasitesini bile inşa etmekten kaçınmak için aşiret farklılıklarından yararlanarak ülkeyi yönetmişti. Ülke ayrıca silahla ve silahlı gruplarla dolup taştı. Böyle bir ortamda demokratik siyasetin sürdürülmesi gerçekten çok daha zorlaşıyor. Bu bakımdan, demokratikleşmeyi takiben kişi başına düşen gelirde yüzde 20 veya daha fazla artmış olması dikkatleri çekmektedir. Eğer sadece işleyen demokrasilere odaklanacak olsaydı, sayı çok daha büyük olurdu. Demokrasiden elde edilen yüzde 20'lik kazanç Libya gibi devletleri içermektedir.

Ve evet, demokrasi kuşatma altındadır. Fakat demokrasinin büyüme için iyi olduğuna dair kanıtlar, doğrudan demokrasinin işe yarayıp yaramayacağını belirtmez. Demokratik olmayan ülkelerin demokrasiye sorunsuz bir şekilde geçeceklerini ima etmez ya da sürdürmez. Demokrasi, çalışmayı gerektirir ve çoğu zaman dalgalanmalarla karşılaşır ve bu sadece demokrasi fikri, bugün Rusya ve Çin gibi güçlü uluslararası aktörlere karşı genellikle tehdit oluşturduğu için değildir. En önemli sorunları dışsal değil, içseldir. Birincisi, demokrasi kazananın yanı sıra kaybedenleri de yaratıyor. Sonuçta kaybedenlerin, birilerinin empoze ettiği yüksek vergileri ödemek zorunda kalması ve tekellerini görenlerin ortadan kaybolması, mutlu olmalarını engeller. Bu gerilimler, özellikle de kaybedenler demokrasiyi zayıflatmaya yetecek kadar güçlü olduğunda, birçok demokrasinin kaderinin istikrarsız olmasına sebep olur. 

 

Daha da önemlisi, ABD'deki son olayların yanı sıra Macaristan'dan Türkiye'ye ve Venezüella'ya kadar pek çok farklı ülkedeki olaylar şunu göstermektedir: Demokratik kontroller ve normlar, çoğunlukla, daha sonra altını çizmeye ve onları azmettirmeye çalışacak olan istekli, kuvvetli kişilerin önünde durmaktadır. Demokratik siyaset, kutuplaşmaya yol açan doğal güçler ya da demokrasinin vazgeçilmez bir dayanağı olan uzlaşma konusunda daha fazla isteksizlikten ötürü, güçlük zamanlarında daha da zorlaşıyor. (2)

Bunların hepsi demokrasiyi küçümsemek için değil, aksine onu şiddetle desteklemenin sebepleridir. Demokrasi kırılgan olabilir. Bazen tıkalı, bazen çatışmalı olabilir, bazen fikir ayrılıklarına yol açabilir. Bu nadiren güzeldir. Yine de, çoğu insanın haklarını korumak ve onlara ses vermek için elimizden gelen en iyi rejim ve aynı zamanda ekonomimizin sağlığı için alternatiflerden de daha iyidir. Bu bağlamda, Churchill’in demokrasiyle ilgili ünlü eseri daha da anlamlı hale geliyor: “Hiç kimse demokrasinin mükemmel ya da tam olduğunu iddia etmiyor. Gerçekten de, zaman zaman denenen diğer tüm formlar hariç, demokrasinin Hükümet'in en kötü biçimi olduğu söylenir ”.

Churchill'in söylemediği, ancak aynı derecede önemli olan şeyse, demokrasinin de zaman zaman denenmekte olan diğer tüm formlara göre yarattığı avantajlardan yararlanacak olursak, demokrasinin çalışmayı gerektirdiği ve savunulması gerektiğidir. Ve bu, ilk önce demokrasinin neler sunabileceğini ve daha sonra sadece biz olduğunu ve tek başına savunmasını yapabileceğimizi kabul ederek başlar.

(1) Bkz. Daron Acemoglu, Suresh Naidu, Pascual Restrepo and James Robinson "Democracy Does Cause Growth" (Yakında çıkacak) Journal of Political Economy.

(2) Bkz. Daron Acemoglu "We Are the Last Defense against Trump" Foreign Policy, Jan. 18, 2017 (http://foreignpolicy.com/2017/01/18/we-are-the-last-defense-against-trump-institutions/), and Steven Levitsky and Daniel Ziblatt "How Democracies Die," Crown, New York, 2018.

3 Eylül 1967 İstanbul doğumlu olan Kamer Daron Acemoğlu, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nde (MIT) İktisat Profesörü olarak görev yapıyor. IDEAS/RePEc araştırma veri tabanına göre, dünyada en çok alıntı yapılan ilk 10 ekonomist arasında bulunuyor. 1986 yılında Galatasaray Lisesi'ni bitiren Acemoğlu, lisans derecesini İngiltere'nin York Üniversitesi'nde aldı. Yüksek lisans ve doktora derecelerini ise bu dalda en prestijli okullardan olan London School of Economics'ten aldı.

2000 yılında profesörlüğe yükselen Acemoğlu, 1993'ten bu yana ABD'deki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nde ders veriyor.

Acemoğlu'nun The Economic Journal'da yayınlanan bir çalışması "1996 Yılının En İyi Makalesi" ödülünü aldı.Acemoğlu, 2005 yılında, ekonomi bilimine en büyük katkıyı yapan 40 yaş altındaki bilim adamlarına verilen John Bates Clark madalyası ile ödüllendirildi.

Acemoğlu'nun ilgi alanı içine giren başlıca konular, siyasal ekonomi, ekonomik kalkınma, ekonomik büyüme, gelir ve ücret dengesi eşitsizliği. En güncel çalışmaları ise "kurumların ekonomik gelişim ve siyasal ekonomideki yeri" üzerine. Bu alandaki çalışmaları, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) tarafından 2006 yılında "Bilim Ödülü"ne layık görüldü. Acemoğlu, 2013 yılında da klasik büyüme ve kalkınma teori ve modellerine farklı bir perspektifle yaklaşımı nedeniyle T.C. Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nü aldı.

**Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve BusinessHT'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir. Ayrıca burada yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değil, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir.

Yukarı

Business HT×