“Hocam döviz sepeti yukarı hareketli. Bu arada ekonomi bakanının da katıldığı kriz tartışmaları var. Ne diyorsun?” diye arkadaşım rutin aramasını yaptı…
Bizde kriz algısı deyince hemen akla 2000’in son çeyreği ile 2001’de yaşadığıklarımız geliyor: 2000 Kasım’ında faizler gecelik yüzde 1.000’lere 2001 Şubat’ında da yüzde 7.000’lerin üzerine çıkmıştı. Biz hala oralardayız.
“Doğru Hocam, biz yüksek faiz ve 2001 Şubat’ında patlayan döviz kurları ile kıyaslıyoruz.”
İçinde bulunduğumuz ortamı iyi değerlendirebilmen için o dönemde uygulanan para politikası ile bugünkünü kıyaslamak gerekiyor. Hatırlarsan 1999 sonunda IMF ile yaptığımız anlaşma ile “döviz çıpası” tercihi yaptık: Merkez Bankası (MB) dövizin ne kadar artacağını önceden ilan etti ve taahhüt verdi.
Ancak faiz oranlarına karışmayacaktı. Örneğin, döviz sepeti 2000 boyunca yüzde 20 artacaktı. Ancak 1997’de Asya Krizi neredeyse tüm ülkelere yayılmış ABD bu etkinin dışında kalmıştı. Çok uzun sürmedi 2000 ortasında “dot com” çılgınlığının sonuna gelindi ve ABD borsaları yılın ortasında çöktü. Finansal piyasalarda risk alma iştahı azaldı.
Türkiye’den döviz çıkmaya başladı: Bir taraftan cari açık diğer taraftan sermaye çıkışı MB’na döviz kaybettirirken, bankalara da 'döviz kredilerinizi vadesinde kapatın' baskısı gelmeye başladı. Bankalar açık pozisyondaydı. Bu baskı altında döviz almaya başladılar.
Doğal olarak faizler yükselme trendine girdi. MB, bankalara Açık Piyasa İşlemleri (APİ) silahı dahil destek veremezdi. Çünkü MB ancak döviz alım satımı yaparak piyasaya TL verip TL çekebilirdi. Aksi takdirde “döviz çıpası” sistemi başarısız olacaktı; MB’na Net İç Varlıklar hedefi verildiğinden piyasaya TL vermesi mümkün değildi.
“Ne olacaktı TL verseydi Hocam?”
Yabancıların bankalara 'kredilerinizi kapatın' dediği ortamda açık pozisyonda bulunan bankalara verilen her TL, MB’na döviz talep olarak dönecekti.
Nitekim, Kasım’da Demirbank’ı fon aldığında IMF biraz likidite verip piyasayı rahatlatabilirsin dedi ama verilen TL likiditesi MB’na döviz talebi olarak döndü.
Zaten MB daha fazla dayanamadı ve 2001 Şubat’ında döviz çıpası rejimini terk edip “esnek kur” sistemine geçti. Döviz çıpasında erken uyarı sinyali faiz oranlarıydı ve bu uyarı mekanizması işledi.
“Bugün erken uyarı sinyalimiz nedir Hocam, döviz mi?”
Esnek kur sistemide MB faiz oranlarını belirliyor, dövizi ise serbest (!) bırakıyor. Dolayısıyla bu dönemin erken uyarı sinyali döviz kurları.
Tabii ki bizim uyguladığımız “tam esnek kur” ise. Ancak MB çeşitli şekillerde kur oluşumuna müdahale ederse ki 2014’de Ocak sonunda bunu açıkça gördük; MB bir taraftan büyük miktarda döviz sattı, diğer taraftan faiz oranlarını şok denebilecek ölçüde yukarı çekerek döviz kurlarındaki yükselişi durdurdu. Kurlar düştü ancak bu geçiciydi.
İç – dış ekonomik ve politik riskler kurları tekrar yukarı taşıdı: MB, 2012 yılı sonundan bugüne 14 milyar dolar kaybetti. Kurlar da bu noktalara geldi. Kısaca olan MB’nın dövizlerine oldu. Esnek kur sistemine müdahale MB’na pahalıya mal oldu.
Rezervleri ülkenin kısa vadeli dış borçlarının altına düştü. Diğer taraftan da MB’nın her zaman etkili olamayacağını tüm piyasa gördü. Eğer MB, 2014 başında bu müdahaleyi yapmamış olsaydı, döviz kurları biraz daha yukarıya çıkabilirdi ama bu sermaye çıkışını da caydıracağı için bu kadar büyük miktarda döviz kaybetmeyecekti.
Erken uyarı sinyalini piyasanın elinden aldığınızda, “öngörülebilirliği” piyasanın elinden almış olursunuz. Herkes size “siyasete alet olmakla itham eder ki bu MB açısından kurumsal intihar anlamına gelir.
Böyle bir durum 2000’de yaşanmış olsaydı piyasa bunu affetmezdi. Ancak bugün durum farklı. Piyasalar menfaatleri gereği tepki veremiyor: Hele MB’nın APİ ile fonlamasının 86.5 milyar TL gibi “anormal” düzeye ulaştığı bir ortamda...
“Nasıl, MB piyasaya kısa vadeli olarak 86 milyar TL mi veriyor?”
Bir de bunu vermediğini farzedelim, faiz oranları hangi düzeylere fırlardı? Bu nedenle, bugünkü sıkıntıyı 2001 ile kıyaslamanın anlamı yok. Gel ben sana bu APİ hikayesini gelecek hafta anlatayım da durumun ne kadar sıkıntılı olduğunu gör…