Değerli Para, Rasyonel Olmayan Yatırımlar: Asya krizi dersleri
Asya Krizi'nden bugüne yansıyanlar...

Arkadaşımdan her hafta olduğu gibi telefon beklerken kurgulamaya başladım: şimdiye kadar esnek kur sistemi, MB politikaları, ülke parasının değerli olup olmadığının nasıl hesaplandığı gibi temel konular üzerinde durmuştum. Arkadaşımın her hafta yaptığımız bu konuşmalardan nasıl bir ders çıkarması gerektiğini daha iyi ortaya koyabilmek için daha somut bir örnek ile döviz kurlarının bir ülke için ne kadar önemli olduğunu anlatmalıydım. Bu arada telefon çaldı…
“Hocam, ihracat ithalat rakamları geldi. Durum pek iç açıcı değil. Bunu mu konuşsak yoksa başka bir yerden mi başlasak?”
Bu hafta sana bu konuları içerecek ama aynı zamanda dünya ekonomisinin bugün yaşadığı sorunların temelini de oluşturan Asya Krizi’ni anlatmak istiyorum. Ayrıca bizim için de alınacak çok ders var bu Asya Krizi’nde…
“Tamam Hocam, Asya Krizi’nden başlayalım”
Biliyorsun Asya Krizi 1997 yılında Tayland’ın Baht adı verilen parasını devalue etmesi ile başladı. Oysa 1980’li ve 1990’lı yılların başına kadar yüksek büyüme hızı yakalayan Tayland, tarım ihracatçısı iken Japon firmalarının fabrika yatırımları ile sanayileşme konusunda da adım atmış oldu. Köyden kente göç hızlandı. Tayland yavaşça yoksulluktan çıkmaya başladı ama bazıları daha çok zengin oldu. Yabancı sermaye yatırımlarının ekonomiye etkisi olumlu görünüyordu ancak 1990’lara kadar Tayland, genelde kendi tasarrufları ile yatırımları finanse ediyordu…
“O zaman sorun yok Hocam. Taylandlı tasarruf edip yatırım yapmış. Sen de bunu savunmuyor musun?”
Evet haklısın bu dönemde sorun görünmüyor. Ancak 1990 yılı başından itibaren sosyalizm tehdidinin ortadan kalkmış olması, küreselleşme gibi bir çok faktör Gelişmekte Olan Piyasalar’a (GOP) sermaye akışını hızlandırdı. 1990 yılında GOP’a yıllık 40 milyar USD gibi bir sermaye akarken 1997 yılında bu rakam altı katına ulaştı. Tayland, Endonezya, G. Kore gibi Asya Kaplanı adı verilen ülkelere özellikle Japonya ve AB kaynaklı sermaye girişleri büyük boyutlara ulaşmıştı. ABD kaynaklı fonlar ise bu akışta fazla yer almıyordu.
“Yabancı sermayenin bir ülkeye girişi kötü mü Hocam?”
Nasıl kullanıldığına ve rasyonelitesine bağlı… Tayland’a akan Yen cinsinden fonlar ülkeye Finans Şirketleri tarafından getiriliyordu. Gelen fonlar özellikle gayrimenkul şirketleri tarafından talep edilmekteydi. Ofis, konut gibi gayrimenkul yatırımları neredeyse tamamen yabancı sermaye girişi ile finanse edilmeye başlandı. Ancak gayrimenkul şirketlerinin Yen değil Baht cinsinden krediye gereksinimi vardı. İşçilik ve malzeme temini Baht ile yapılıyordu. Bu durumda Finans Şirketleri getirdikleri dövizi piyasada Baht’a çeviriyor ve kredi bu şekilde kullandırılıyordu. Tayland Merkez Bankası, özellikle USD’da istikrarı savunduğu için, Finans Şirketleri’nin döviz satıp Baht talebini karşılamak için Yen satın alıp piyasaya Baht veriyordu. Doğal olarak piyasaya verilen Baht kredi hacminin hızla artmasına neden oluyordu. Bu kez Tayland MB piyasaya çıkan Baht’ı piyasadan geri çekmek için tahvil satıyordu ama bu çaba faizlerin de yükselmesine neden oluyordu. Yüksek faiz ise dışarıdan fon talebini daha da artırıyordu. Böylece kredi büyümesi daha da ivmelenmiş oluyordu…
“İyi ya Hocam kredi arttıkça ekonomi hızla büyür…”
Evet ekonomi büyüyordu ama krediler hisse senetlerinde ve gayrimenkul sektöründe balonların oluşmasına neden oluyor; diğer taraftan da Tayland MB’nın USD’nda istikrar politikası ülke parası değer kazanıyor ve ithalat hızla artıyordu. Değerli Baht, ülkenin rekabet gücünü olumsuz etkilemişti. Dış Ticaret açığı ülke GSYİH’nın yüzde 8’ine ulaşmıştı. Bu sürdürülebilir bir durum değildi.
“Peki Hocam bu durumu yabancılar görmedi mi de kredi vermeye devam etti?”
İşte şimdi geliyoruz işin özüne: Tayland veya Endonezya’ya fon getiren Finans Şirketleri’nin sahipleri, hükümete yakın networkler ve/veya akrabalarıydı. Akraba-Eş-Dost parayı dışarıdan getirecek ve yüksek faizle gayrimenkul şirketlerine aktaracaklardı. Herşey yolunda giderse bu networkler para kazanacaktı. Yolunda gitmesse de sorun yoktu; sorun vergi mükellefleri tarafından çözülürdü. Akraba-Eş-Dost tabii ki batırılmayacak korunacaktı. Yabancılar da bu durumu gayet iyi biliyordu. Kriz başgösterdiğinde bu doğrulandı: finans Şirketleri’nin yüzde 90’ı hükümet tarafından kurtarıldı. Endonezya’da başkanın (Suharto) kızı işin içindeydi. G. Kore’de ülke politikasını egemenliği altında tutan büyük bir grup (Chaebol) bankaların da sahibiydi…
“Yabancılar işi garantiye almış Hocam…”
Tamam ama dış faktörler bu oyunu bozmaya balamıştı: Japon Yeni’nin 1996-97 sürecinde değer kazanması işleri tersine çevirmeye yetti. Krediler Yen cinsinden alınmıştı. Piyasalarda oluşan balon ve dış açıklar yabancı sermayeyi ürkütmeye başladı. Yeterince sermaye gelmemeye başladı; piyasada Baht talebi azalırken; ithalat için daha fazla dövize gereksinim duyuldu. Tayland MB, Baht’ın değerini korumak için piyasaya Yen ve USD satmak zorunda kaldı. Ülkenin rezervleri erimeye başladı…
“Faizi yükseltselerdi…”
Nasıl yükseltsinler: Ekonomi zayıflamış; yatırımlar düşüyor, inşaat talebi azalıyor… Bu durumda faiz yükselişi ekonomiyi daha da durduracak, gelirler erirken krediler geri dönmemeye başlayacak. Artık geriye dönüş yoktu. Devalüasyon beklentileri artmaya başladı. Ülkede para ikamesi (dolarizasyon) başladı. Bütün olan biten bütçenin aşağı yukarı denk olduğu bir dönemde gerçekleşti. Temmuz ayı başında Tayland parasının değerini düşürmek (devalüasyon) zorunda kaldı. Bu domino etkisi yarattı. Dalga Asya Kaplanı dediğimiz ülkelere hızla yayıldı…
Arkadaşım: “Hocam bu örneği ben Türkiye ile harmanlamaya çalışayım. Bir hafta izin ver bana” diyerek telefonu kapattı…