Üzüm hasadı sona erdi.
Birçok tarımsal üründe olduğu gibi üzümde de Türkiye, üretimde hatırı sayılır bir noktada. Dünyada üzüm üretiminde ilk 5 ülke arasında yer alıyoruz.
Ancak üretimdeki başarıyı maalesef katma değer yaratma ve pazarlamada gösteremiyoruz.
Üzümü yetiştirip ya taze haliyle yaş olarak ya da güneşte dinlendirip kuru olarak satıyoruz. Ötesine geçemiyoruz.
Çünkü Türkiye'de katma değer yaratan bir tarımsal üretim iklimi henüz oluşturulamadı.
Ürünü ham haliyle olduğu gibi satmaya çalışıyoruz ama Türkiye'nin tarımsal üretimde sadece yatay büyüme şansı pek kalmadı. Bir sonraki adım olan dikey büyümeye geçmemiz lazım. Yani bilgiye, teknoloji üretmeye ve Ar-Ge'ye daha fazla odaklanmak zorundayız. İşte o zaman ortaya katma değerli ürün ve marka çıkar. Ve işte o zaman Türk çiftçisi gerçekten para kazanmaya başlar.
Ne demek istediğimizi bağcılık tarafından vereceğimiz örnek bir hikaye ile daha net şekilde ortaya koyalım.
Hikayenin kahramanı Selendi Bağları sahibi Akın Öngör... Yıllarca finans sektöründe hizmet vermiş duayen bir bankacı. Emeklilik kararı aldıktan sonra tarıma merak salmış. Hobi olarak başlayan uğraş zamanla profesyonel bir işe dönüşmüş.
Organik üzüm yetiştiriciliğine merak salan Akın Öngör, bu işe girmeden önce ciddi bir fizibilite çalışması yapmış. Üzümü yetiştirmekten de öte nasıl değerlendireceğine yönelik uzun çalışmalar yapmış. Başta Fransa, İspanya, İtalya, Arjantin ve ABD olmak üzere farklı ülkelerdeki üzüm bağlarını ve şarap üretimine yönelik incelemelerde bulunmuş.
Doğa ile mücadele halindeki tarımın zorluklarını öngördüğü için işe çok da romantik yaklaşmak istememiş. Ciddi bir yatırım safhasından bahseden Öngör, her gün yeni şeyler öğrenmeye devam ettiğini ifade ederek, “Teknik altyapıya sahip olmadan ve teknolojiyi kullanmadan doğa ile mücadele etmek çok zor. Dünyada bu alandaki gelişmeleri yakından takip ederek, örnek ve başarılı uygulamalardan ders çıkarıyoruz” diyor.
Buraya kadarki yatırım ve üretim aşamasında tüm zorluklara karşın her şey yolunda gözüküyor. Gelelim Akın Öngör'ün bundan sonraki hikayesine..
İşte hayal kırıklığı bundan sonra başlıyor...
Türkiye'nin dünyada beşinci büyük üzüm üreticisi konumunda olduğunu ve bunun muazzam bir potansiyel anlamına geldiğinin altını çizen Öngör, ürettiğimiz üzümlerden katma değer olarak aldığımız payın çok küçük olduğunu hatırlatıyor.
Gelin Türkiye'nin bu alanda elindeki fırsatı nasıl kaçırdığını ya da başka bir deyişle diğer ülkelerin fırsatı nasıl dövize çevirdiğini Akın Öngör'den öğrenelim: “Türkiye'nin aksine bizden biraz daha büyük üretime sahip bazı ülkelerin yarattığı katma değerler dudak uçuklatacak paylara sahip. Türkiye yaklaşık 505 bin hektar alanda üzüm üretirken, Fransa 805 bin hektarda üretim yapıyor. Fransa ihracat tarafında 8,5 milyar dolarlık bir değer yaratmış. İtalya 5,3 milyar dolarlık bir ihracat değerine sahip. İspanya 2,4 milyar dolar, Türkiye'nin üçte biri kadar üretim gerçekleştiren Avusturya bile 2,2 milyar dolarlık bir ihracat yaratmış durumda. Türkiye'nin yarattığı ihracat değeri ise sadece 7 milyon dolar.”
Evet yanlış okumadınız. Rakamlar arasındaki uçurumu ifade etmek için dağlar yetersiz kalabilir. Hepsi milyar dolar, Türkiye'ninki ise milyon dolar seviyelerinde.
Bunun nedenini ise şu sözlerle anlatıyor Öngör: “Biz üzümden yapılan şarabı satmak istemiyoruz. Alkollü bir içkidir diye onun yapımını, tanıtımını, dağıtımını kısacası şarabın kendisini cezalandırıyoruz. Mevzuat buna uygun. Bu ülkeler şarap ihraç ederek katma değerini yükseltiyor. Bu alanda sanayinin gelişmesini desteklemek yerine engellemeye başlayınca katma değeri düşüyor. Halbuki katma değeri yüksek bir ürün olarak Türkiye bu ürünü çok daha iyi şekilde değerlendirebilir.”
İşte bu noktada yine akla tarım politikalarına genel bakış açısı geliyor.
Tarım, gıda güvenliği açısından çok kritik önemde bir alan. Bunu her fırsatta söylüyoruz ama misyonu sadece bununla sınırlı değil. Aynı zamanda ekonomik ve stratejik açıdan da önemli bir sektör.
Tarım politikalarının artık bu bakış açısını yansıtması gerekmiyor mu?