Ödemeler dengesi ve istihdam rakamlarında ilginç şeyler oluyor. Bunları birleştirdiğiniz zaman da, “düşük büyüme/yüksek kırılganlıklar” olarak özetlenebilecek artık hepimizin malumu “makro tıkanmışlığımızın” başka bir açıdan resmi ortaya çıkıyor. Bu tabi sadece bir yorum, ne demek istediğimizi açmaya çalışalım.
Hata-noksan bizim servetimiz olabilir mi?
Son ödemeler dengesi rakamları oldukça konuşuldu ama hatırlatmakta fayda olabilir: Bu yıl Ocak-Mayıs’ta cari açığımız 18,5 milyar dolar oldu. Bunun sadece 6 milyar civarı yani açığın 1/3 kadarı normal sermaye akımları (doğrudan yabancı yatırım, portföy akımları, kredi-mevduat hareketler vb.) ile finanse edildi. Finansmanın kalanı TCMB rezervlerinden (3,8 milyar) ama asıl meşhur hata-noksan kaleminden, yani kaynağı belirsiz akımlardan geldi. Bu rakam 9 milyar dolar kadar ve cari açığın yaklaşık yarısına denk geliyor.
Bilindiği gibi bizim hata-noksan rakamlarımız oldukça yüksek seyredebiliyor; belli periyotlarda kümüle ettiğiniz zaman da genelde artı işaretli, yani ‘giriş’ yönünde oluyor. Bir anlamda kaynağı belirsiz akımlar çarkların dönmesine yardım ediyor.
Tanımı gereği hata-noksanın ne olduğunu/nereden geldiğini bilmiyoruz. Örneğin basında çıkan yazı ve değerlendirmeler ışığında bunun altın ticareti ile ilgili olabileceğini yazdılar. Olmaz demiyoruz ama, büyük resme baktığımızda bizim dikkatimizi çeken daha “sistematik” başka bir korelasyon var gibi: normal kanallardan gelen yani gözlemlediğimiz sermaye akımları ile hata noksan ters yönde hareket ediyor.
Aşağıdaki grafikte bu ilişki gösteriliyor. Yüksek sermaye girişleri olan dönemlerde hata-noksan eksi, sermaye girişleri olmayan, finansman açısından ‘sıkıştığımız’ dönemlerde hata-noksan artıya geçiyor. Bu oldukça sistematik olan ters korelasyon, bize şunu düşündürüyor: acaba dışarda göremediğimiz bir “havuz” var da, sular kesildiğinde bu havuzdan su kullanılıp sular geldiğinde havuz tekrar doldurulmaya mı çalışılıyor?
Aslında -- yine bilindiği gibi -- TCMB genellikle hata-noksanı geriye doğru revize ediyor; bunun en önemli kaynaklarından biri de yerleşiklerin dışardaki mevduatlarındaki oynamalar. BIS (Bank for International Settlements) kayıtlarına dayanan bu rakamlar BIS dokümanlarından gecikmeli olarak izlenebiliyor, Merkez Bankası da 5-6 ay kadar bir gecikme ile bu hareketlere bakarak hata-noksanı revize edebiliyor.
Hata-noksanın kaynağı da sanki bu BIS rakamlarının göremediğimiz kısmı olabilir gibi. Nihayetinde Türklerin dışarda belli bir miktar servetinin olabileceği hep konuşulur; bunun hepsinin resmi/BIS verilerinde gözüktüğünü düşünmek saflık olur.
Tabi bu paranın tam nasıl kullanıldığı ayrı konu. Doğal piyasa mekanizmalarıyla mı yoksa daha komplo teorisine yatkın mekanizmalarla mı ‘gerektiğinde’ bu para kullanılıyor, hatta ülkeye getiriliyor onu bilemeyiz. Ama bu korelasyon bazında dışarda bir servetin veya aynı TCMB rezervleri gibi hareket eden bir havuzun olduğunu ve bu havuzun hata-noksan ile ilintili olduğunu düşünmek bize oldukça makul geliyor.
Üretkenliğin olmadığı bir dünya
İkinci ilginç konu – ki tam aynı ilgiyi görmese de yazılıp çiziliyor -- büyümenin zayıf seyretmesine rağmen, istihdamdaki görece güçlü seyir. Örneğin son üç yılda (2012-14) Türkiye’de büyüme ortalama %3,1 oldu. İstihdamdaki artış ise aynı dönemde ortalama %3,7. Yani “üretkenlik” negatif seyrediyor. (Üretkenlik bilindiği gibi üretimin istihdama -- ideal olarak çalışılan saate, ama o veri yoksa çalışan kişiye -- bölünmesiyle bulunuyor).
İstihdam serisindeki değişimlerin/revizyonların 2014 itibariyle rakamları şişirdiği ve dolayısıyla üretkenlik düşüşünü abarttığı kanısındayız. Ama son dönemde de bu böyle. Mesela Nisan 2015/Nisan 2014’de istihdam %1,7 artmış; bunun ana sürükleyicisi ise %4,1 büyüyen hizmet sektörü istihdamı (aynı dönemde sanayi ve tarımda istihdamın yıllık bazda azaldığını ekleyelim). Büyüme ise bu dönemde muhtemelen %2-%2,5 düzeyinde gidiyor; yani üretkenlik yine fazla oynamamış, hemen hemen yerinde saymış.
Aşağıdaki grafik toplam ve sektörel olarak -- 2007 yılını baz alarak yani 2007’yi 100’e eşitleyerek – üretkenliğin seyrini gösteriyor. Grafik bazında birkaç gözlemde bulunmak mümkün. Her şeyden önce toplam üretkenliğimiz 2007’den beri yerinde sayıyor. Milyonlarca istihdam yaratmışız ama, büyüme bu dönemde pek güçlü olmadığı için -- veya ülkenin katma değerin artış hızı %3’lerde takıldığı için -- bu böyle olmuş.
Sektörel kompozisyona baktığımızda ise önce az da olsa üretkenlik artışını sağlayan sonra da bunu en azından korumaya çalışan tek sektör sanayi. Hizmet sektörü ise 2011 yılından beri üretkenlikte gözle görülür bir gerileme yaşıyor – yani katma-değer artışı istihdamın gerisinde kalıyor. İnşaat sektörü gelişmeleri ise daha da çarpıcı: Kriz döneminde müthiş bir istihdam artışı var ama, bu artış sektörün katma değerine yansımıyor, sonuçta üretkenlik çöküyor. Son dönemde de hafif de olsa trend yine aşağı yönlü.
Ne güzel istihdam yaratıyoruz boş verin büyümeyi diyebilirsiniz ama üretkenliğin sıfırlanması son derece sıkıntılı bir durum. Bu, ekonominin arz tarafı, verimliliği yerinde sayıyor hatta geriliyor demek.
Oysa ekonomide üretkenlik en temel parametrelerden biridir; zenginleşmenin temelinde üretenlik artışları yatar. Üretenlik artışları dolar-euro cinsinden birim ücretlerimizi artırır, ama bu rekabetimizi geriletmez çünkü ardında – tanımı gereği – bunu destekleyen üretkenlik artışları yatar. Ülkeler de zaten bu şekilde zenginleşir, veya ülkenin ortalama geliri, zengin ülkeleri bu şekilde yakalar -- yakınsama (convergence) dediğimiz mesele özünde budur ve süreç üretkenlik artışlarından başlar...
Sonuç..
İki konuyu birleştirelim: üretkenlik artışı olmayan bir büyümeyi, kendi birikim veya servetimizle finanse ediyoruz. Yani taşıma suyla değirmen döndürüyoruz…
Büyük resim daha da problemli; motor kapandıktan sonra tankerin durması 14 mil alırmış... Türkiye hala 2001 reformları ve 2003-07 döneminde sergilenen mütevazi ama etkin yönetişimin mirasını yiyor. Son dönemde ise para politikasından, genel yatırım ortamına kadar Türkiye’de müthiş bir – adını kibarca ve teknik olarak koymak gerekirse – “tahmin edilebilirlik” sorunu yaşanıyor. Şimdilik çarklar dönüyor: bir türlü dışardan para buluyoruz ve bir sebepten (muhtemelen teşviklerin de ciddi rol oynadığı) bol istihdamlı ama üretkenliğin yerinde saydığı bir büyümeyi finanse ediyoruz.
Sonuçta nereye bakarsanız bakın rakamlar bizi uyarıyor; bir noktada tankerin tam durması kaçınılmaz olacaktır, bu böyle gitmez diyor.