Geçen hafta açıklanan son Enflasyon Raporu’nda yılsonu enflasyon tahmini %5,5’den %6,8’e (orta-nokta) doğru revize edildi.
Ortam toz-duman, TCMB üzerindeki baskılar malum, o yüzden baştan söyleyelim: TCMB’nin işini iyi niyet ve ehliyetle götürmeye çalıştığından en ufak bir şüphemiz yok. Ancak öyle bir noktaya geldik ki açık konuşmak ve bazı gerçeklerle artık yüzleşmek gerekiyor.
Doğrudur, enflasyon eğer şansımız yaver giderse yılın ikinci yarısında düşebilir. Ama bunda yeni bir şey yok. Aşağıdaki grafik bu durumu gayet güzel özetliyor.
Her çıkışın bir inişi, her inişin bir çıkışı oluyor – 10 küsur yıldır! Sonuç? Sonuç biliniyor; son yılların ortalaması yüzde 8! Yani kısacası bir türlü yüzde 5’e inemiyoruz, insek de orada kalamıyoruz (İşin aslına bakarsanız günümüz dünyasında bu yüzde 5 bile artık çok yüksek bir hedef, ama konuyu dağıtmayalım, bunu başka bir yazıya bırakalım...). Önümüzdeki dönemde de mucize olmazsa enflasyonun yüzde 5’e düşerek, oralarda istikrara kavuşması zor gözüküyor.
Neden?
Enflasyonun neden düşmediği konusunda kafalar karışık.
Son dönemde gıda söylemi ağır basıyor. Doğrudur, gıda enflasyonunun yüzde 14’ler düzeyinde seyretmesi (yıllık, Nisan ayı itibari ile) işleri zorlaştırıyor, özellikle bu yıl için. Ama analiz yaparken ‘trend’ ile ‘şoklar’ı --yani bir serinin ana eğilimini ve o ana eğilim etrafındaki dalgalanmaları-- birbirine karıştırmamak lazım. Şoklar hayatın bir gerçeği ama tanımı gereği tüm şokların sürekli aynı yönde (olumlu veya olumsuz) etki yapmaları pek olağan bir şey değil.
Örneğin gıda tarafında şüphesiz ciddi bir olumsuz şok ile karşı karşıya olduğumuz şu günlerde, enerji tarafında oldukça olumlu bir durumla karşı karşıyayız. TCMB’nin hesaplamalarına göre 12-aylık enerji enflasyonu yüzde 2’nin altında. Ne güzel... Zaten gıda fiyatlarında da bir noktada çekilme yaşanmak durumunda.
Nitekim ‘çekirdek’ enflasyon diye bir kavramı tam da bu yüzden kullanmıyor muyuz? Çekirdek deyince aşırı dalgalı --ve merkez bankalarının kontrolü dışındaki-- kalemler çıkarılıyor, bu şekilde enflasyonun ‘gerçek eğilimi’ görülmeye çalışılıyor.
Her atlayan-zıplayan parametreye değil, bu eğilime göre ‘politika tepkisi’ veriliyor—yani faizin indirilip-çıkarılacağına karar veriliyor. Bu çıkarılan kalemler önemli olmadığı anlamına gelmiyor elbette; fiyatlama hareketlerini dolayısıyla enflasyonun trendini değiştirmeyeceği varsayıldığından çıkarılıyor. Bizde çekirdek enflasyon nerede? Popüler I-indeksi ile ölçersek, son aylarda yüzde 7, son 3 yılda ortalama yüzde 7,5, son 5 yılda ortalama yine neredeyse yüzde 7-- demek ki şoklar bir yana, bizim trendimiz bozuk.
Şimdi bunun neden böyle olduğuna, enflasyonun neden yüksek olduğuna geçebiliriz.
Soruyu cevaplamak için kafamızda kalitatif de olsa enflasyonun nasıl belirlendiğine dair bir analitik çerçeve olması lazım. Düşündüğünüz zaman enflasyonun temel belirleyicilerini 3 ana gurup değişken etrafında toparlamak mümkün: 1) ‘çıktı açığı’, 2) beklentiler ve 3) maliyet taraflı faktörler (kur, petrol vb.).
Burada asıl belirleyiciler çıktı açığı – yani ekonominin arz/talep dengesi-- ve beklentilerdir. Çünkü eğer bu tarafta işler kontrol altında ise, maliyet taraflı şoklar ‘kalıcı’ etki yapamaz. Örneğin petrol fiyatları arttı veya lira zayıfladı; eğer talep koşulları elverişli değilse (yani üreticilerin bu şokun ciddi kısmını tüketiciye aktarma lüksü yoksa) ve beklentilerde hedef doğrultusunda ‘çapalanmışsa’, bu şok ‘geçici’olacak ve enflasyonun ana eğilimini değiştirmeyecektir.
Bu yüzdendir ki, merkez bankaları böyle durumlarda ‘ikincil’ etkileri izler; tepki verip vermemeye de fiyatlama hareketlerinin bozulup bozulmadığınagöre karar verir. Özetle, talebin zayıf, beklentilerin de hedefe çapalandığı durumlarda, şokun etkisi geçince enflasyon trendine zaten yakınsayacaktır.
Çıktı açığı dedik --önemli bir kavram ve artık günlük ekonomi tartışmalarının doğal bir parçası-- o yüzden bir-iki cümle ile açalım.
Çıktı açığı, yukarıda değinildiği gibi ekonominin arz-talep dengesi olarak düşünülebilir. Bir yanda –iç ve dış talebin toplamından oluşan-- harcamalar var (milli gelir özdeşliğini hatırlayalım: bu kalemler özel tüketim, özel yatırım, kamu harcamaları ve dış talep, yani ihracat eksi ithalat).
Diğer yanda arz, yani ‘potansiyel’ büyüme var. Potansiyel büyüme gözlemleyemediğimiz ama çok temel bir parametre – bir ülkenin enflasyon yaratmadan elindeki fiziki kaynaklar ve teknoloji ile ulaşabileceği maksimum üretim düzeyine denk geliyor.
Bu parametre bilinmiyor; tahmin edilmesi gerekiyor. Çıktı açığı da aradaki fark. Artı olduğu zaman ekonomi hızlı gidiyor, fiyatlar üstünde yukarı doğru baskı oluyor; eksi olduğu zaman tersi, ekonomi atıl kapasite ile çalıştığından fiyatlar üzerinde aşağı yönlü baskı oluyor...
Bu kavramsal hatırlatmalardan sonra tekrar Türkiye’ye dönelim. Şokları bir yana bırakırsak, asıl problemin bu iki temel belirleyici– yani hem arz-talep dengesi, hem de beklentilerin çapalanması -- etrafında döndüğünü kabul etmek gerekiyor.
Örneğin ülkenin 2010-11 yılında potansiyelinin çok üstünde büyüdüğü bir gerçek: Son yıllarda ise potansiyelinin düşmüş olabileceğini – ve yüzde 4 gibi bir büyüme hedeflense bile bunun aslında potansiyele göre yüksek kaldığını – çok tatsız bir olasılık da olsa tartışmak gerekiyor (ki potansiyel büyümede düşüş Türkiye’ye özel bir durum da değil; bkz. IMF Nisan WEO)...
Oysa TCMB’nin Enflasyon Raporu’nda paylaştığı çıktı açığı grafiklerine bakarsanız 2010-11 yılında ekonomi tabiri caizse uçarken TCMB negatif çıktı açığı gösteriyordu. Son dönemde yine ciddi negatif çıktı açıkları var; doğrudur büyüme son dönemde düştü ama ya potansiyel büyüme de düştüyse? Sonuçta ölçümü şüphesiz zor bir parametreden bahsediyoruz ama, çıktı açığını hep negatifmiş gibi düşünürken ve/veya tahmin ederken bizim koşularımızda ekstra temkinli olmak gerekiyor.
Talep tarafında da benzer bir durum söz konusu. TCMB’nin para politikasını yeter sıkılıkta tutup tutmaması bir yana (bunu başka bir yazıda tartışırız), talebi ve enflasyonu dizginlemek istiyorsak, diğer politikaların da -- maliye, makro-ihtiyati ve gelirler politikalarının – dezenflasyona destek vermesi gerekiyor. Kanaatimizce özellikle son dönemde bu desteğinverildiğini söylemek güç; global kriz sonrası dönemde ‘yapısal olarak’ maliye politikası gevşedi, kredi/GSYH oranı hızlı büyümeye devam etti (TCMB’nin önlemlerine rağmen), nominal ücretlerde ise üretkenliğin çok üstünde artışlar yaşandı... (Bunların grafiklerine sunumdan ulaşmak mümkün.)
Beklentiler konusu ise tamamen bir inandırıcılık konusu. İster formel anketler bazlı (TCMB), ister anekdotal olsun, ciddi bir çapa sorunumuz olduğu kesin - enflasyonun yüzde 5 hedefine yakınsayacağına genelde pek inanılmıyor. Bunun en önemli sebebi bizce TCMB’nin uyguladığı karmaşık para politikası çerçevesi; insanlar sizin ne yaptığınızı anlamıyorsa veya aldığınız aksiyonlarda enflasyonun en önemli hedef olduğunu göremiyorsa beklentileri de çapalamak mümkün olmuyor...
Özetle, dezenflasyon son tahlilde, 1) ayağını yorganına göre uzatma ve 2) inandırıcı olma meselesidir.
Sonuçta enflasyon katılık gösteriyorsa yani sürekli hedefin üstünde gidiyorsa bunun ardında “yapısal” sebepler veya gıda gibi şoklardan ziyade, arz-talep dengesizliğini ve beklentilerin neden bir türlü çapalanamadığını aramak lazım.
Enflasyon yapısal demek, tanımı gereği ben ayağımı (harcamamı) yorganıma (potansiyel büyüme düzeyime) göre uzatmak istemiyorum demektir. Aynı hatayı cari açıkta da yapıyoruz. Ben şişmanım ama bu ‘yapısal’, o yüzden aslında sağlıklıyım gibi bir şey demiş oluyoruz; perhiz ve egzersizle (potansiyel büyüme) bünyemi kuvvetlendirmeliyim demiyoruz, işin kolayına kaçıyoruz...
Bu yorumlar pek çok soruyu beraberinde getirecektir elbette – zamanla yazılarımızda bunları açarız. Ama ilk akla gelen tepkileri tahmin etmek güç değil: Eeee, büyümeyelim mi? Genç nüfusumuz var, bunlara iş-aş lazım...
Bizim ihtiyacımız olan dezenflasyon veya enflasyonun daha da düşmesi değil, büyüme! Bu sorular/tepkiler elbette ki çok önemli ve enine boyuna tartışılması gerekiyor. Ama sonuçta kaçırılan nokta şu: Türkiye gerçeğinde geldiğimiz noktada enflasyon ve büyüme arasında pek bir ödünleşme (trade-off) yok aslında. Tabiri caizse Türkiye ‘verimlilik’yani arz tarafından duvara çarptı.
Enflasyon – ve tabi ki -- cari açık aslında bunun inkarının bir göstergesi. İç talep (tüketim artı yatırım) hızlı gittiğinden cari açık, toplam talep (iç talep artı ihracat eksi ithalat) hızlı gittiğinden enflasyon oluyor, işin özü bu. Bu açıdan enflasyon önemli değil büyüme öncelik olsun diyenler aslında ekonominin en temel prensiplerinden birini atlamış oluyorlar bizce:‘bedava yemek yoktur’.
Şüphesiz konu çok boyutlu. Enflasyon düşmese dünyanın sonu mu? Para politikası karmaşık derken ne kastediliyor?
İsterseniz gelecek yazılarımızda fırsat buldukça bu ve benzer konularıve soruları tartışmaya devam edelim.