Daha çok GSYH hesapla yöntemindeki değişikliği konuşacağız ama önce geçen yılki büyüme performansına bakalım. 2017’de ekonomi çeyreksel ve yıllık bazda nasıl bir büyüme gösterdi, büyümeyi dolar bazında ele almak daha doğru bir resim sunuyor mu?
Bir kere beklenenden daha yüksek büyüdük. Orta Vadeli Plan’da yüzde 5,5 büyüme öngörülüyordu, yıllık büyüme yüzde 7,4 geldi. Yılsonuna doğru birçoğu revize etse de hem yurtiçinde hem de yurtdışında birçok kurum daha düşük bir büyüme bekliyordu. Bu nedenle bir sürpriz oldu diyebiliriz.
Büyümede tahminlerle gerçekleşme arasındaki fark nasıl açıklanabilir?
Betam’ın büyüme değerlendirme notları oluyor. TÜİK’in açıkladığı resmi rakamları parçalara bölüp büyümenin nereden kaynaklandığına bakıyoruz. Büyümenin kabaca üçte ikisi tüketim harcamalarından geliyor. Yüksek büyüme olunca, yüksek tüketim harcaması olması şaşırtıcı değil. 2017 büyümesinde şaşırtıcı ya da sürpriz iki unsur vardı: Biri yüksek yatırım harcamaları, diğeri de yüksek ihracat. Yüksek yatırımın gerisinde Kredi Garanti Fonu’nun olduğu anlaşıldı zaten. Kamunun teşvik edici politikalarıyla yatırımın önünün açıldığı anlaşıldı. İhracatın artmasının da kısmen kurdan kaynaklandığı görüldü; kur 3,50’lerden yılsonuna doğru 3,90’lara geldi. Bu nedenle yatırım ve ihracat sürpriz yaptı diyebiliriz. Turizm de beklenenden erken toparlanmaya başladı. Bunlardan dolayı büyüme yüksek geldi.
Çeyreklik bazda nasıl görünüyor büyüme?
Yıldan yıla bakıldığında üçüncü çeyrek çok yüksek geldi, üçüncü çeyrekte yüzde 11’i geçti. 2016’nın kriz yılı olmasının, baz etkisi de önemli. Çeyrekten çeyreğe yüzde 1,2’nin üzerinde büyümeler geldi. En dikkat çekici nokta 4. çeyrekte, çeyrekten çeyreğe büyümenin yüzde 1,8 olması. Betam bu büyüme oranını doğru tahmin etti, ama bu hakikaten çok yüksek, bu kadar beklenmiyordu. Üçüncü çeyrekte ise çeyrek bazında büyüme yüzde 1,3’tü. 2017 büyümesiyle ilgili, özelikle son çeyrekte öne çıkan stok değişimi önemliydi. Son çeyrekte büyümenin yarısı neredeyse stok değişiminden kaynaklandı. Bunun sebebini ise bilmiyoruz.
Doç. Dr. Ozan Bakış2017, yeni serilerle büyümenin hesaplandığı ilk yıldı. Aralık 2016’da açıklanmıştı yeni seriler. Bu noktada herkesin sorduğu soru, yeni serilerin ne kadar güvenilir olduğu.
Özellikle Çin için ekonomi verilerinin çok sağlıklı, güvenilir olmadığı konuşulur. GSYH hesaplamasında gidilen değişiklikle birlikte Türkiye üzerine de bu tip yorumlar yapılmaya başladı. Mesela 2009 yılının özellikle mi referans yılı olarak seçildiği gibi sorular soruluyor. Burada bir güven sorunu olduğunu düşünenler olduğu gibi, güveni sorunu değil ama açıklanmaya muhtaç noktalar var diyenler var. Siz nasıl görüyorsunuz?
Algıya bir şey diyemem, ama kendi adıma yeni serilerin daha iyi ve güvenilir olduğunu düşünüyorum. Sebebi de şu:
Eski serilerle yeni seriler arasında 2015 itibarıyla yaklaşık yüzde 20’lik bir seviye farkı görünüyor. Az değil. 2012’de yüzde 10’un üzerinde… Bu yüzde 10’luk seviye farkının bileşenleri neler: yüzde 7’sinden fazlası ölçüm sorunları; anket verisinden idari kayıtlara geçmemiz, diyelim. yüzde 2/2,5’i tanım farklılıkları, sınıflama değişikliklerinden kaynaklanıyor…
Bir de zincirleme endekse geçtik. Zincirleme endekse geçişin etkisi görece düşük, idari kayıtlara geçişin yüksek. Asıl buna odaklanmak lazım. Zincirleme endeksin daha üstün olduğunu hemen herkes kabul ediyor. Bütün gelişmiş ülkeler zincirleme endekse geçiyor.
Buradaki hikâye de şu: Eski sabit fiyatlı seride bir yılın fiyatları alınıyor, bütün büyümeler o fiyatlarla hesaplanıyor, miktarlar o yılın fiyatlarıyla çarpılıyor ve böylece enflasyondan arındırılmış oluyor büyüme oranı. Teknoloji değiştikçe göreli fiyatlar değişiyor. Kullandığımız baz yıl ne kadar eskisiyse göreli fiyatlar o kadar eski, ekonominin gerçeğinden o kadar uzak oluyor. Diyelim ki bilgisayarlar 10 yıl önce çok kıymetliydi, biz hâlâ 10 sene önceki bilgisayar fiyatlarını kullanıyoruz. Bugün bilgisayarlar görece daha az kıymetli olabilir. Zincirleme endeks, her sene bir önceki yılın fiyatlarını kullandığı için en doğru fiyatları kullanıyor.
(Doç. Dr. Ozan Bakış’ın yeni seri- eski seri kıyaslamasını detaylı biçimde yaptığı araştırma notunun sonunda zincirleme endeksin ne olduğunu basit bir örneğini bulabilirsiniz)
Peki zincirleme endeksin göstermediği neler var?
Zincirleme endeksin önemli bir sorunu toplamsallığın kaybolması. Anlatması zor bir konu… Eskiden biz hem cari fiyatlarla hem sabit fiyatlarla diyelim ki tüketim, yatırım, devlet harcaması ve net ihracatı topladığımızda (stokları saymazsak) aşağı yukarı milli geliri elde ediyorduk. Zincirleme fiyat endeksinde bu kayboluyor. Her bileşen kendi içinde zincirleme fiyatlarla geldiği için toplamı 1 etmeyebiliyor.
Betam’ın bu konuda önemli bir katkısı oldu, bence medya pek farkında değil. Zincirleme endekste toplamsallık kaybolduğu için stok değişiminin etkisi sağlıklı ölçülemiyor. Toplamsallıktan kaynaklanan fark ile stok değişiminden kaynaklanan fark karışıyor. Betam doğru şekilde hesaplanan stok değişimini yansıtıyor. Stok değişiminin katkısı aslında daha yüksek. Mesela açıklanan büyüme rakamlarına baktığımızda toplamsallığın etkisini dikkat almadığımızda stok değişiminin katkısı yüzde 3,4 puan, Betam’ın hesaplamalarına göre yüzde 3,7 puan. 3,4 diyen arkadaşlar farkı ihmal edilebilir düzeyde diye düşünüp yeni seride toplamsallık olduğunu varsayıyorlar.
(Doç. Dr. Ozan Bakış’ın kaleminden toplamsallık sorunu için şu araştırma notuna bakılabilir. Yeni GSYH Serilerinde Büyümeye Katkılar)
İdari kayıtlara geçildi, artık anket yöntemiyle gidip üretim seviyesi sorulmuyor. Bundan doğan bir kaygı var. "Vergiler idari kayıtlar üzerinden verildiği için firmalar az vergi vermek amacıyla satışlarını düşük gösterebilir, katma değerini düşük gösterebilir, dolayısıyla bunlar yanlış ölçülüyor." deniyor. Haklı bir kaygı ama yanlış şurada: Eski sistemde üretim seviyesini nereden öğreniyorduk; kabaca 20 bin firma vardı, onlara gidip anket yöntemiyle “Sizin üretiminiz ne oldu?” diye sorulmuyordu ki, yine üretim, satış kayıtları, şirketin idari kayıtları alınıyordu. Eskiden de bir kayıt dışı düzeltmesi yapılırdı, bugün de yapılıyor. Eskiden 20 bin firma için yaptığımızı şimdi 3 milyon firma için yapıyoruz aslında. Denebilir ki eskiden 20 bin firmayla yapılan versiyonda bu hata vardı şimdi daha fazla firma için var, ama bu işin yönteminde bir değişikliğe işaret etmez.
İdari kayıtların kullanılması tabii ki bir kayıt dışılığa yol açar, ama eskiden de vardı bu sorun. Bu anlamda yapısal bir değişiklik yok. Tabii ki daha fazla firmanın kayıtları alındığı için daha fazla kayıt dışılık olabilir.
Görebildiğim kadar TÜİK bunun için, Eurostat’ın yaklaşımını izleyerek standart bir düzeltme yapıyor. Mesela hane halkı işgücü anketlerinden kaç kişinin kayıt dışı çalıştığını biliyoruz. Onları ortalama ücretle çarpmak suretiyle kabaca ne kadar ücretin kayıt dışına çıktığını bilebiliyoruz. TÜİK bunun dışında bir de girdi çıktı tablolarına bakıyor.
Verdikleri güzel bir örnek var: Mesela inşaat sektöründe firmalar üretimlerinin yüzde 10 arttığını bildirmiş olsun. TÜİK inşaat sektöründeki girdi ve çıktı tablolarına bakarak bunun doğru olup olmadığını belirleyebiliyor. İnşaat sektörünün çıktısını kullanan sektörler ile inşaat sektörüne girdi veren sektörler, diyelim ki, yüzde 50 büyüdüler. Bu durumda inşaat yüzde 10 büyümüş olamaz. Düzeltme için girdi-çıktı tablolarını kullanıyorlar. Bunlar da literatürde yerleşmiş Eurostat’ın OECD’nin geliştirdiği yöntemler, TÜİK’in bir mühendisliği yok burada. Zaten denetime tabiler. IMF, Dünya Bankası uzmanları gelip TÜİK yeni serilerini inceliyorlar.
Tasarruf meselesine gelelim... Yeni hesaplamayla Türkiye’de tasarruf oranının çok daha yüksek olduğu ortaya kondu. Tasarrufların çok düşük olmasından yakınılan bir ülkeden neredeyse yüksek tasarruflu bir Asya ekonomisi düzeyine yaklaştık. Meğer daha fazla tasarruf ediyormuşuz. Bu kuşku uyandıran bir husus olarak konuşuldu.
Bence o kuşku orda duruyor. Ama ne benim ne de sanırım kimsenin bu konuda tatminkâr bir açıklaması var. Ulusal hesaplar matematiği açısından bakılınca tasarrufları dolaylı olarak ölçüyoruz. Yatırımlar, tasarruflar artı cari işlemler açığına eşit. Dış açığımızı ödemeler dengesinden biliyoruz. Milli gelir hesapları değişse de o değişmiyor. Yatırımlar belli. Yeni serilerle beraber yatırımlarımız arttı. Dolayısıyla yukarıdaki formüle göre tasarruflarımız bizim bildiğimizden daha yüksek olmalı; TÜİK’in söylediği bu. Tasarruflar bu şekilde dolaylı yoldan hesaplandığı için yeni serilerle birlikte artış ortaya çıktı. Şimdi herkes “Bizim tasarruflar bu kadar yüksek miymiş?” diye soruyor.
TÜİK, 60 sayfalık bir açıklama yayımladı bu yeni seriler üzerine. Orada tasarruf ve yatırım oranları itibarıyla ilginç karşılaştırmalar var. Mesela Türkiye’nin de dahil olduğu orta gelir grubunun ortalama tasarruf oranı yüzde 30’un biraz üzerinde. Türkiye’nin eski hesaplamayla yüzde 15’lik tasarruf oranı arasında korkunç bir fark vardı. Yeni serilerle yaklaşık yüzde 25 oldu. Aslında orta gelir grubuna mensup bir ülke olarak Türkiye hâlâ çok fazla yüksek bir tasarruf oranına sahip değil buna rağmen. Bu daha makul bir görünüm gibi düşünülebilir.
İnşaat yatırımlarındaki artış nasıl hesaplandı? Yeni idari kayıtlar sayesinde mi oldu?
TÜİK’in bu konuda çok ikna edici bir açıklaması var. Eski sistemde nasıldı… Bir şirket kurulur, bunun bilgisi önce ticaret siciline oradan Maliye Bakanlığı’na bildirilir, ama TÜİK’in bu veriyi alması bir sene sonra oluyor, sahada görmesi iki sene sonra. Bilgilerin derlenmesi derken kurulan bir şirketin bilgisinin TÜİK’e gelmesi yanlış hatırlamıyorsam üç sene sürüyor, dediler. Haliyle mesela bir inşaat şirketi kurdum, inşaatı yapıp iki sene sonra şirketi kapattım. Özellikle inşaat sektöründe bu büyük bir sorunmuş. Büyük projelerde ortaklıklar kuruluyormuş ve şirket üç sene dolmadan dağılabiliyormuş ya da başka bir şeye dönüşüyor. Vergi kimlik numarası değiştiği için o şirketi izleyemiyorsunuz. Eski sistemde inşaat sektöründe belli büyük şirketlere odaklanıldığı için sahada olan birçok yatırımı kaçırıyormuşuz. Yatırımın hesabını alana kadar şirketler ortadan kaybolabiliyor. O yüzden inşaat yatırımları TÜİK’in kayıtları geç alması nedeniyle eksik ölçülüyordu. Yeni serilerde idari kayıtlara geçince, KDV ve vergi ödemelerine gidince bu sorun ortadan kalkıyor, çünkü üç sene beklemiyorsunuz.
Dolayısıyla sizin söylediğiniz, anketlere dayalı GSYH hesaplaması, idari kayıtlara dayalı hesaplamaya göre daha sağlıklı değil.
Değil. Olması için sebep de yok. Kayıt dışı sorunu eski yöntemde de vardı. Ayrıca eski sistemde anketler belli sayıda yerleşik büyük şirketlere gittiği için, bu hızlı görünüp kaybolan şirketler gözden kaçıyordu zaten. Yeni milli gelir serileri onları da dikkate alıyor. Hatta Maliye Bakanlığı’ndan şirket bilgilerinin günlük çekildiğini söylüyorlar.
GSYH hesaplama revizyonuyla ortaya çıkan yüksek büyüme oranıyla istihdam arasında bir uyumsuzluk olduğu eleştirisi de öne çıkan bir konu oldu. Ama siz bu konuda farklı düşünüyorsunuz sanırım.
GSYH ile yakın korelasyon içinde olan birtakım göstergelerin tam tutarlılık göstermediğine ilişkin eleştiriler oldu. Ama bir gösterge var ki o da eski serilerle bir tutarsızlık gösteriyordu. Bu gösterge de istihdam. Normalde GSYH artış oranı ile istihdam artışları arasında bir ilişki olabilir. Dönem dönem bu değişir, ama belli bir istikrar vardır ve genellikle istihdam artışı, GSYH artışından düşüktür, eğer pozitif bir büyüme varsa. Çünkü aksi takdirde emek verimliliği artmıyor demektir, o zaman pasta büyümüyor demektir, o zaman büyüme de kuşkulu hale gelir.
Bu açıdan bakıldığından şaşırtıcı görünen şuydu: 2012’den itibaren, özellikle 2012 ve 2014 yılında istihdam artışı GSYH artışının üzerinde çıktı. Bu, çalışan sayısı ilave edilen mal ve hizmetten daha hızlı artmış, çalışan başına düşen GSYH azaldı, emek verimliliği azaldı, demektir. Böyle olması için hiçbir neden doğrusu yoktu. Bu çok şaşırtıcı geliyordu ama izah edemiyorduk. 2013 ve 2015’te büyüme istihdam artışından biraz daha yüksekti, ama bu son dört yılı birlikte ele aldığınız zaman kabaca GSYH artışıyla istihdam artışı, eski seriden söz ediyorum büyüme oranı olarak, hemen hemen eşit. Yani yerinde saymış emek verimliliği. Bu izahı zor bir konuydu. Büyüme aşırı bir istihdam yaratır bir görünüm kazanmıştı.
Yeni GSYH serileriyle bu paradoks ortadan kalktı. Çünkü sistematik olarak GSYH artışı, istihdam istatistikleri değişmediği için, istihdam artışının üzerinde oluştu. Böylece makul ölçüde bir emek verimliliği artışı da ortaya çıkmış oldu. Bu açıdan yeni seri istihdam göstergesiyle daha tutarlı eski seriye kıyasla.
Bu tutarlılık meselesinde Stockholm School of Business’tan Erik Meyersson’ın makalelerine atıfta bulunuluyor. Yeni hesaplama yöntemiyle 2010-2015 arasında enerji tüketimi, banka kredileri, yapı ruhsatları ve yük-insan taşımacılığında yıllık artış oranları ile büyüme arasında uyumsuzluk olduğuna işaret ediliyor. Siz hangi değişkenlere bakıyorsunuz, hangi değişkenler yıllık büyümeyi daha doğru gösteriyor?
Betam’ın “Ekonomik Görünüm ve Tahminler” notunda yaklaşık 50 değişken var. Sanayi üretim endeksi, ara malı üretimi, sermaye malı üretimi, dayanıklı/dayanıksız tüketim malı üretimi, kapasite kullanım oranı, alt bileşenleri, krediler, güven endeksleri, Merkez Bankası’nın Eğilim Anketleri’nin bazı bileşenleri, elektrik tüketimi gibi…
Hepsini beraber değerlendiriyoruz. Sadece iki-üç değişkene bakmayı doğru bulmuyoruz. Yanıltıcı da olabilir. Ekonomide birden fazla sektör, binlerce mal var. Kimi dönem kimisi korele kimisi değil. Hepsini toplu olarak ele alınca, zaten tahmin başarımız da fena değil. 2017 son çeyrek için yıllık büyümeyi yüzde 7,6 tahmin etmiştik, yüzde 7,3 geldi. Çeyreklik büyümeyi yüzde 1,8 tahmin etmiştik, yüzde 1,8 geldi. Bu nedenle o eleştiriye çok katılmıyorum. Bu saydığım değişkenlerin sektörleri daha doğru temsil ettiğini düşünüyorum.
Bu kullandığınız değişkenler genelde GSYH büyümesiyle uyumlu mu görünüyor?
Değişiyor. Bu ay konut kredileri aşağı gidiyor diyelim, ama büyüme yukarıda. İşin mutfağını girecek ama şöyle yapıyoruz: Her değişkenin milli gelirle nasıl ilişkili olduğuna bakıyoruz. Geçmiş bir test dönemi seçiyoruz. Diyelim 2013-2017 arası bizim test dönemimiz. Bu test döneminde büyüme oranını biliyoruz. Bilmediğimizi varsayalım ve elimizdeki göstergelerle tahmin etmeye çalışalım. Bu yönteme “out of sample forecast” [örneklem dışı tahmin] deniyor. Bildiğim şeyi bilmiyormuş gibi yapıp tahmin ediyorum, böylece elimdeki öncü göstergelerin ne derece güvenilir olduğunu test ediyorum. Bu göstergeler bu yöntemle bir skor alıyor. 48 ay boyunca test ediyorsunuz, hiçbir öncü gösterge GSYH artışıyla yüzde 100 korele değil tabii ki. Her değişkene tahmin başarısına göre ağırlıklar veriyorsunuz. İşte, sanayi üretim endeksi yüzde 8 ağırlık alıyor, kapasite kullanımı yüzde 7 alıyor gibi…
2018’in ilk çeyreği için 2017’nin ilke çeyreğinde yüzde 7’nin üzerinde büyüme bekliyoruz yine. Geçmiş tahmin başarılarına göre bir ağırlık vererek toplu bir sonuca ulaşıyoruz. Bir değişkene bakıp “korele değil” demek metodolojik olarak doğru değil zaten; çok sayıda değişkene bakmak lazım. Zaten istikrarlı bir şekilde az sayıda göstergeyle GSYH artışı arasında bir korelasyon olsaydı tahmin işi çok kolaylaşırdı. Diğerlerine gerek kalmazdı. Elektrik tüketimiyle bire bir korelasyon bekleriz ama olmuyor. Elektrik tüketimi sanayi üretiminden daha başarılı değil bizim tahminlerde de.
O zaman mesela elektrik tüketimindeki artıştan fazla bir büyüme varsa, büyümenin nereden kaynaklandığını da açıklayabilmeliyiz, değil mi?
TÜİK’in açıklamalarında hangi, sektörün ne kadar büyüdüğünü görüyoruz zaten. Hem harcamalar yöntemiyle hem de sektörel olarak var zaten. Tahmin sırasında mesela şunu diyebiliyoruz: “Elektrik tüketimi bu ay artmadı, ama pozitif ekonomik büyüme bekliyorum çünkü sanayi üretim endeksi artmış, tüketici kredileri artmış” gibi… Büyüme tahmini yaparken değişkenlerde “usual suspect”lerin [olağan şüpheliler] hepsini alıyoruz.
Turizm bir yıldan öbür yıla yüzde 30 arttı, bu elektrik tüketimi yüzde 30 artırmayabilir, ama çok güçlü çarpan etkileri var. Bir önceki yıl felaketti turizm, sonra birtakım gelişmelerle turizmde birden patlama… Elektrik tüketimine ya da üretimine bakarak turizmdeki yüzde 30 artışın GSYH’ye yaptığı katkıyı doğru dürüst tahmin edemezsin.
Kayıt dışılık GSYH’yi daha iyi hesaplamada bir engel mi?
Engel değil… Ücret dışı kesimlerde kayıt dışılığın pek azaldığı yok, şu veya bu nedenle. Ücretli kesimde kayıt dışılık sürekli azalıyor.
Kayıt dışılık olduğu sürece her zaman bir tahmin sorunumuz olacak… Önemli olan sistematik sapmalar var mı… Yani ben, diyelim ki 1990’dan bugüne hep yüzde 2 yanlış tahmin ediyorsam, milli gelir büyümesinden şüphelenmem için bir sebep yok, çünkü benim kayıt dışılık tahmin performansım değişmedi ki. Tahmin başarısı sistematik olarak yukarı aşağı gitmiyorsa ki böyle olduğunu düşünmemizi gerektirecek veri yok, büyüme rakamlarından şüphe etmek için sebep yok. Zamanla kayıt dışı düzeltmesinin miktarı azalıyor.
Ücretliler dışında kayıt dışılıklar da var… Bunlarla büyümenin eksik ölçülmesi arasında bir ilişki var mı?
Mesela merdiven altı üretim, devletin vergi almadığı her alışveriş kayıt dışı diyebiliriz… Büyüme oranının bundan etkilendiğini düşünmüyorum. Tabii ki bunlar sorundur, ama bunlar bir yıldan diğerine çok değişmez.
TÜİK, yaptığı istihdam düzeltmesi ve girdi-çıktı tablolarını kullanarak kısmen düzeltme yapıyor. Bu OECD ve Eurostat’ın geliştirdiği bir metodoloji…
Yeni serilerle GSYH hesabının olumsuz yönleri nelerdir? TÜİK’ten ne gibi açıklamalar beklersiniz?
Bunlardan bir tanesini Betam’ın “Büyüme ve Şaşırtıcı Revizyonlar” başlıklı araştırma notunda yayımladık.
TÜİK yaptığı revizyonların temelde doğru olduğunu, iyileştirme olduğunu düşünüyoruz, ama eleştiriler şunlar:
Özellikle büyüme oranlarında geriye yönelik… Yılık büyüme yüzde 7,4 açıklandı, yıldan yıla çeyreklik büyüme yüzde 7,3, çeyreklik büyüme yüzde 1,8. Bir sonraki büyümede bu rakamların nasıl değişeceğine bir bakın. Yıllık büyüme en fazla 0,1/0,2 puan değişecektir, ama diğer iki büyüme oranında çok fazla değişme olabilir. Geçmişe yönelik baktığımızda çok değiştiğini gördük.
Her istatistik kurumu revizyon yapar. Ama revizyondan ne beklenir? Bilgi güncellemesi. Mesele ben inşaat sektörünü eksik ölçmüşümdür, yeni bilgi gelmiştir, güncellerim, ama bunu bir kez yaparım. Söz konusu olan bilgi güncellemesiyse, mesela oranı bir kere yukarı çıkardıktan sonra tam aşağı çekmemem lazım, ya da tersi. TÜİK’in yaptığı revizyonlar sanki bilgi güncellemesinin ötesinde de bir şeyler olduğunu düşündürtüyor, ama ne olduğunu bilmiyoruz. Zaten notta da söyledik, TÜİK çok fazla revizyon yapıyor, ama yeterince açıklamıyor sebebini. İllaki bir sebebi vardır, TÜİK bunları keyfi yapmıyor ama kamuoyuna niye bu kadar büyük revizyon yaptığını sebepleriyle beraber açıklamıyor.
Çok fazla revizyon var ve miktarlar yüksek. Bunu zincirleme endeks yöntemini kullanan Almanya ve Fransa ile kıyasladık hem de TÜİK’in eski serilerdeki revizyonlarıyla kıyasladık, yeni serilerdeki revizyon çok yüksek duruyor hem uluslar arası hem ulusal kıyaslamada. Eksik kalan şey TÜİK açıklaması...
TÜİK yeni serileri açıklarken de eksik kalan kısımları sonradan zorunda kaldı. Öncesinden yeterince doyurucu tatminkâr herkesin sorularını sorabileceği bir platform yerine biraz hani “ben yaptım oldu” gibi hareket ediyor. TÜİK bu anlamda yeterince akademisyenlerle, belki sivil toplum örgütleriyle bir interaksiyona girip soruları tatmin etme yoluna gitmiyor. Belki kamu kurumu olmasından kaynaklıdır.
Bir diğeri, somut olarak, kayıt dışı düzeltmesi herkesin aklında değil mi, milli gelir serileriyle ilgili tartışmalarda geçiyor… TÜİK de çok standart bir iş yapıyor aslında. “Bakın bizim kayıt dışı düzeltmemiz şu, büyüklük şuydu, biz şu yaptık,” diyebilirler, neden açıklanmıyor, bilemiyorum. Yani TÜİK işin mutfağını biraz daha anlatabilir, kuşkuları büyük oranda giderebilir. TÜİK’in bunları keyfi olarak yaptığını düşünmüyorum gerisinde beri metodolojik bir sebep var. Bunları halkın anlayabileceği, akademisyenlerin anlayabileceği bir dille anlatabilir diye düşünüyorum.
BUSINESS HT AKADEMİ SÖYLEŞİLERİ
Antione Halff / Columbia Üniversitesi Küresel Enerji Politikaları Merkezi
Mehmet Ertan / Düzce Üniversitesi
Prof. Richard Bensel/ Cornell Üniversitesi
Prof. Iain Begg / London School of Economics
Prof. Abbas Milani / Stanford Üniversitesi
Yılmaz Akyüz / South Center