BIST 100 9.524,59 % -0,06
USD/TRY 32,5987 % 0,21
EUR/TRY 34,7497 % 0,18
Piyasalar
9.524,59
% -0,06
32,5992
% 0,22
34,7489
% 0,18
1,0643
% 0,00
45,49
0,00
2.384,20
% 0,22
88,22
% 1,27
En son haberlerden haberin olsun istemez misin?

Liberal kimlik politikasının vaadi

Şilili politikacı ve akademisyen Andrés Velasco, liberal kimlik politikalarının sağlayacağı avantajlara dikkat çektiği makalesinde, açık toplumların farklı ve değerli “know-how’a” sahip birçok insanı eğiterek veya kendine çekerek refah düzeyini yüksek tuttuğunu, daha fazla liderin bu gerçeği vurgulamasının ve bu olgudan yararlanmasının tam zamanı olduğunu belirtti.

Liberal kimlik politikasının vaadi
ANDRÉS VELASCO* 06 08 2018, 15:05

Bugünlerde “kimlik politikaları” kelimelerini telaffuz ettiğinizde bir tartışmanın fitilini ateşleme riskine girmiş olursunuz. Amerikan solu için neredeyse bütün politika, kimlik politikasıdır. Bu durum Amerikan sağını çılgına çevirir. Ama sadece onları değil... Columbia Üniversitesi profesörü Mark Lilla gibi liberal entelektüeller de kimlik politikalarının kötü seçim politikaları olduğunu, ikna ediciliği gittikçe artan görüşler olarak ele alırlar.

Çok büyük sayıda kimlik-bazlı gruptan oluşmuş bir karışımdan çok da farklı olmayan Demokratik Parti’nin güçsüzleşmesinin nedenini Donald Trump’ın 2016’da seçilmesi olabileceğini öne sürerler.

Bazı Amerikan kimlik politikaları eleştirmenleri ise “kimliksiz” politika olamayacağını varsayar; ancak dünyaya baktığımızda bu varsayımın yanlış olduğunu görebiliriz: Brexit destekçilerinin, Rus milliyetçilerinin ve aşırı İslamcıların ortak noktası, hepsinin politikasının kimlik üzerinden olmasıdır. Göçe karşı olan kitlesel karşı çıkımın nedeni, bir kimliğin öbüründen üstte tutulması değil de nedir? Ekonomi küreselleştikçe, dünya çapında daha da yerel kimliklere odaklı politikalar ortaya çıkıyor.

Peki, bu neden tedirgin edici bir durumdur? Bununla ilgili ne yapılabilir? 

İlk olarak açık bir örneği ele alalım: kimlik politikalarının her formu zararlı değildir. Politikacılara duyulan güvensizliğin yaygın olduğu bir çağda, eğer bir seçmen bir politikacı ile kendini özdeşleştirebiliyorsa, bu kutlamaya değer bir durumdur. Aşinalık (ve benzerlik) aşağılama yerine güven aşılayabilir. Bir kadın seçmen, bir kadın aday ile kendini özdeşleştirmeye daha çok yakınlık gösterir. Aynı durum, azınlıkta bulunan etnik ve dini grupların mensupları için de geçerlidir.

Politikacılar ise, ortak bir kimlik paylaştıkları seçmenlere daha iyi hizmet etmeye yatkınlardır. Martin Luther King, Jr. ve diğer ilham veren Afrikalı-Amerikan liderler olmadan, Sivil Haklar Hareketi gerçekleşmeyebilirdi. Raghabendra Chattopadhyay (Hint İşletme Enstitüleri) ve Esther Duflo (Massachusetts Institute of Technology) Hindistan’daki kadınların ihtiyaçlarının, kadın politikacılar seçildiğinde daha çok dikkat çektiğini göstermişlerdir. Rohini Pande (Harvard Üniversitesi) benzer bir etkiyi, düşük seviyede kasta mensup bireylerin siyasi makamlarda yer almaya başlamasıyla görüldüğü bulgusuna ulaşmıştır.

Dolayısıyla kimlik, temsili demokraside temsil edilebilirliliği artırmaktadır. Politikacılara güvenilirliliğin az olduğu bu dönemde, güçlü kimliklere sahip adaylar güvenilirliliği daha yüksek vaatlerde bulunabilirler. Bu, kimlik üzerinden yapılan politikaların olumlu bir yanıdır.

Ancak, kimlik politikalarının birden fazla olumsuz yanı da vardır. En aşikar olanı ise, birden çok kimlikten oluşan bir politik sistemin parçalanmasının kolaylığıdır. Eğer bu kimlikler, değerleri, tercihleri veya istekleri yönünden büyük farklılıklar gösteriyor ise parçalanma ve kutuplaşma pek de uzakta değildir. Kuzey İrlanda’daki Katoliklerin ve Protestanların, Ruanda’daki Hutuların ve Tutsilerin güçlü kimliklere sahip olması bir çözüm değil, aksine, sorunun bir parçasıdır.

Ek olarak, kimlik üzerinden yapılan politikalar, ekonomik adalet politikalarını yıkabilir veya ağır hasar verebilir. Birçok adaletsizlik tabii ki ekonomik ve kimlik nedenleri ile ortaya çıkmaktadır. Birleşik Devletler'deki Afrika kökenlilerin veya Latin Amerika’daki yerel halkların yoksulların da yoksulları arasında yer alması tesadüfi değildir. 

Buna rağmen, ayrımcılık her zaman kimlik-bazlı değildir; sınıf bazlı da olabilir. (Karl Marx tamamen ölmüş de değil!) Birtakım durumlarda ise ekonomik başarısızlıklar ayrımcılığa neden olmayabilir. Örneğin, yavaş bir ekonomik büyüme, herkesin gelirini düşük seviyede tutar. Finansal balonları takip eden çöküşler işsizliğe yol açarken, etnik köken veya cinsiyet ayırt etmeksizin herkesi zor duruma sokar. Eğer bir kimlik, odağı ekonomiden uzaklaştırıp kendi üzerine çekiyor ise, bu durum herkese zarar verir.

Bir diğer problem ise; Ricardo Hausmann’ın öne sürdüğü üzere, modern bir ekonominin büyümesini sağlayacak olan know-how, ders kitaplarında değil, insanların içinde saklıdır. Eğer o insanları, aynı kimliği paylaşmıyorlar diye kendimizden uzaklaştırırsak, ekonominin ağır zarar görmesi kaçınılmazdır.

Şovenizmin, Venezuela’da ulusal petrol şirketinden kovulan ve sürgün edilen mühendisler ile yaptığı da budur: Petrol üretimi düşmüş, Venezuela ekonomisi ise batmanın eşiğine gelmiştir. Robert Mugabe de daha önce benzer bir tutumu Zimbabwe’de gerçekleştirmiş ve feci sonuçları olmuştur.

En büyük tehlike ise kimliklerin, popülistler tarafından yapıldığı gibi, politik kazanç için manipüle edilebilmesidir. Popülistlerin ima ettikleri kimlikler de davranış kuralları da sabit değildir; örneğin, milliyetçi biri komşu ülkenin vatandaşlarından nefret etmeden milliyetçi olabilir.

Tarihte birçok karizmatik lider zehirli şovenist kıvılcımları ateşlemiştir. Bolivya başkanı Evo Morales ne zaman ülke içerisinde politik bir sorunla karşılaşsa Şili karşıtı bir açıklama yapmıştır. Morales’in bu yaklaşımı görünürde işe yaramıştır. 12 yıldır iktidarda olan Morales'in dördüncü dönemde de koltuğunu koruması bekleniyor. 

Nelson Mandela ve Barack Obama dâhil edici politikaları ile hayranlık duyulan politikacılardır. Kurdukları büyük çadırlar altında siyah veya beyaz, zengin veya yoksul herkes ama herkes kendine yer bulmuştur. Ancak günümüzde, bölücü konuşmalara sahip politikacıların daha avantajlı olduğunu görmekteyiz; Donald Trump’ın duvarı ve Viktor Orbán’ın kapalı sınırları güçlü oy kazandırıcı vaatlerdir.

Neyse ki tek oy kazandırıcılar bunlar değildir. Liberal demokratlar eşit haklara sahip vatandaşların oluşturduğu bir “ortak biz” kavramına inanmaktadır. Zor olan, liberal değerler etrafında birleşmiş bir ortak kimlik yaratabilmek ve ülkeden bu değerleri benimsediği için gurur duyulduğunu gösterebilmektir. Kanada Başbakanı Justin Trudeau ve Fransız Başkanı Emmanuel Macron bunu çok güzel başarmışlardır.

Daha geniş bir “ortak biz” ile sadece seçim politikaları değil ekonomi de yarar görür. Açık toplumlar, farklı ve değerli “know-how’a” sahip birçok insanı eğiterek veya kendine çekerek refah düzeyini yüksek tutmaktadır. Çoğulculuk, Hausmann’ın probleminin çözümüdür. Hoşgörünün ve çeşitliliğin olduğu, San Francisco ve New York gibi şehirlerin aynı zamanda en yüksek gelir düzeyine sahip olması tesadüf değildir.

Sonuç olarak, liberal kimlik politikası mevcuttur ve çok etkili olabilir. Şu an, daha fazla liderin bu politikayı uygulamaya başlamasının tam da zamanıdır! 

* Andrés Velasco, Şili eski başkan adayı ve finans bakanıdır. Valesco'nun uluslararası ekonomi ve gelişim üzerine birçok kitap ve makalesi bulunmaktadır. Valesco'nun bu yazısı Project Syndicate'ten alınmış ve Türkçe'ye çevrilmiştir. 

**Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve BusinessHT'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir. Ayrıca burada yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değil, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir.

Yukarı

Business HT×