Bu yazıyı bir ay önce kaleme alsaydık yazının başlığı “Küresel Risk İştahı Neden Yüksek” olacaktı. Son günlerde küresel finansal piyasalarda gördüğümüz, özellikle faizlerdeki yükseliş ve hisse senedi piyasalarında geri çekilme şeklinde yaşanan olumsuz hava yazımızın başlığını bu hale getirdi.
Finansal piyasalar genelde bir kriz riski gördüğü zaman risk iştahını azaltıyor. Kriz algısı ise ekonomik göstergelerin başta bankacılık olmak üzere finans sektörüne olumsuz bir şekilde yansıma riski arttığı zaman ortaya çıkıyor. Bir ülke ekonomisi çok ciddi sıkıntılar yaşayabilir fakat genelde bunun kriz olarak tarihe geçmesi bankaların hatta tek bir bankanın bile batması ya da batma riskine çok yakın olması durumunda gerçekleşiyor.
Bankacılık sistemi temelde dört riskle beraber işleyişini sürdürüyor. Bunlar; kredi riski, faiz riski, kur riski ve likidite riskidir.
Ortalama bir banka bilançosunun yüzde 80-90 arası kredi portföyü ve menkul kıymetlerden oluşur. Ağırlıklı olan kredilerdir. Sorunlu kredilerin artması, belli eşikleri aşması, bankalar için ciddi bir risk oluşturur. Büyüyen bir ekonomide bu risk düşüktür. Şirketler genelde kârlılıklarını korur, kredi geri ödemede çok sorun yaşamaz. Yavaşlayan ve özellikle uzun süre daralan ekonomilerde kredi riski artar.
Diğer taraftan, menkul kıymetler cüzdanındaki bono ve tahvillerin fiyatı ile faizi ters hareket etmektedir. Faizlerdeki hızlı yükseliş bono ve tahvil fiyatlarını sert düşürerek banka bilançolarını çok olumsuz etkileyebilir. Faizlerin artması için enflasyonun ve / veya ekonomik ve jeopolitik risk unsurlarının artması gerekir.
Kur riski ise bir bankanın döviz yükümlülüklerinin döviz varlıklarından çok olduğu bir açık pozisyon durumunda yerel paranın aşırı değer kaybı ile ortaya çıkabilir. Likidite riski ise bir bankanın yükümlülüklerini karşılayamamaktan dolayı gelirinde ve sermaye düzeyinde ortaya çıkma olasılığı olan kayıpları gösterir. Likidite sıkışıklığı ve bankacılık sistemine güven sorunu likidite risklerini arttırır.
Bugün dünya ekonomisine baktığımızda güçlü büyüme ve düşük enflasyon birlikteliğini görüyoruz. Mevcut durumda küresel ekonominin büyüme dinamiklerinde herhangi bir zayıflama görülmüyor. Tam tersine, satınalma yöneticileri endekslerinde görüldüğü gibi güçlenme devam ediyor.
Diğer taraftan, global olarak enflasyon verilerinde yukarı yönlühareketler olmasına rağmen genel anlamda hedeflerin altında ve düşük seyretmeye devam ediyor. ABD’den Japonya’ya beş büyük merkez bankasının aktif büyüklüğü, kabaca piyasaya verdikleri likidite son 10 yılda üç katına çıktı. İçinde bulunduğumuz dönemde likidite artış hızı yavaşlıyor, henüz düşüş sürecine girilmiş değil. Rezerv paralara ilişkin likiditenin bu kadar bol olduğu bir ortamda 2000’li yılların öncesinde olduğu gibi yerel paralarda büyük değer kayıpları ve likidite sorunu beklememek gerekiyor.
Bahsettiğimiz nedenlerle, 1-2 hafta öncesine kadar risk iştahı yüksekti. Son dönemde bono-tahvil faizlerinde yükseliş ve borsalarda düşüş şeklinde gördüğümüz hareketin arkasında temelde iki neden olduğunu düşünüyoruz. Bunlardan birincisi, yaşanan güçlü büyümenin çıktı açığını azaltarak enflasyon baskısını arttıracağına dair beklentiler gibi görünüyor. Enflasyon beklentilerindeki artış ABD 10 yıllıkları gibi tahvil faizlerine yukarı yönlü baskı oluşturuyor. Faizlerdeki yükselişin bir diğer nedeni risk algısındaki yükselme olabilir. Yükselen faizler hisse senedi piyasalarını olumsuz etkiliyor.
Birkaç hafta öncesi ile karşılaştırdığımızda, reel bir enflasyon yükselişi değil sadece beklentilerde artış bulunuyor. Bildiğimiz risklerde bir artış ya da tanımlayabildiğimiz yeni bir risk unsuru ortaya çıkmış bulunmuyor. Dolar endeksi ya da paritelerde çok büyük değişimler görmüyoruz. Yaşadığımız durum şimdilik güçlü bir düzeltmeye daha çok benziyor. Küresel ekonomide büyüme ve enflasyon verilerinin genel seyrinde önemli bir değişim olmadıkça risk iştahı çok düşmeyecektir. Kişisel görüşümüz bu görünümde kısa vadede (önümüzdeki 6 ay) önemli bir değişim olmayacağı yönünde.
Küresel ekonomi için en büyük tehlike ekonomide daralma ve enflasyonun beraberce yaşandığı, sorunu bankacılık sektörüne bulaştırabilecek bir stagflasyonun ortaya çıkmasıdır. Böyle bir beklentinin oluşması dahi risk iştahını kalıcı ve sert bir şekilde azaltabilir. Şimdilik ufukta bir stagflasyon görünmüyor.
* Prof. Dr. Erhan Aslanoğlu, Piri Reis Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi'dir.
** Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve BusinessHT'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir. Ayrıca burada yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değil, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir.