YORUM

Döviz talebine KKDF çare olabilir mi?

KPMG Vergi Bölümü'nden Emrah Akın Business HT okuyucuları için kaleme aldı

Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu (KKDF), 13/12/1984 tarih ve 84/8860 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla Merkez Bankası yönetiminde kuruldu. KKDF’yi bu günlerde de çok tartıştığımız “kısa vadeli sermaye girişi dengesizlikleri” hayatımıza soktu. Şöyle ki; KKDF oluşturulurken, kısa vadeli sermaye girişinin ekonomide yaşanan çeşitli krizlerin başlıca nedeni olarak görülmesi nedeniyle yurtdışından gelen kısa vadeli sermayenin caydırılması amaçlanıyordu. Fon, kalkınma planları ve yıllık programlarda öngörülen hedeflere uygun olarak ihracatı ve yatırımlarda kaynak kullanımını desteklemek yoluyla banka kaynaklarının bu alanlara yönlendirilmesini ve ihtisas kredilerinde kredi maliyetlerinin düşürülmesini sağlayacaktı. Özetle fon bazı kesintiler yapacak; sonra topladığı bu kaynaklardan ihracatçıya prim desteği sağlayacaktı.

Zaman içinde uygulaması değişen KKDF sadece “kesinti” tarafıyla ekonomik hayatın içinde yer almaya başladı.

Şimdi hem KKDF’ye ilişkin genel bir çerçeve çizmeye hem de KKDF’nin uluslararası ticarette Türk Lirası kullanımını nasıl arttırabileceğine değinelim.

Nelerin üzerinde KKDF kesintisi var?  

KKDF kesintisi uygulaması şu an 88/12944 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında belirlenen çerçevede ve 6 sıra numaralı Tebliğde yer alan açıklamalara göre yürütülmekte. Özetle, “kredili işlemler” üzerinden alındığını söyleyebileceğimiz KKDF’nin kesinti oranlarını aşağıdaki gibi özetleyebiliriz.

Tabloya bakarak, KKDF’nin uygulama alt yapısının oldukça karmaşık olduğu söylenebilir; ancak biz bu defa sadece “vadeli ithalat” kısmıyla konuyu ele alalım.

KKDF, ihracat maliyetlerini arttırıyor mu?

Yukarıda da belirtmiştik, KKDF özellikle “kredili işlemler” konusuna odaklanıyor. Bu bağlamda, ödeme şekli itibariyle, ithalatçının kredilendirilmesinin söz konusu olduğu, “kabul kredili, mal mukabili ve vadeli akreditif ödeme” şeklinde yapılan ithalatlarda da yüzde 6 KKDF kesintisi yapılıyor.

Bu düzenleme sadece kısa vadeli fonların Türkiye’ye girişini caydırmaktan ziyade; ithalatın cazibesini azaltarak kronik “cari açık” sorununu hafifletmeyi de hedefliyor. Bu bağlamda, vadeli ithalattaki KKDF’nin arkasındaki felsefe, -cari açığın azaltılması gibi- oldukça rasyonel temellere oturuyor diyebiliriz.

Yakın zamana kadar vadeli ithalatta KKDF üzerindeki temel eleştiriler, Türkiye’nin üretim ve ihracat yapmak için birçok aramalı ve hammadde bakımından “ithalata bağımlılığı” üzerine toplanıyordu. Özetle, KKDF nedeniyle bazı ara malları ve hammaddelerin maliyeti artıyor bu da ihracat fiyatlarımıza olumsuz yansıyordu.

Bu konuda, (Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte mülga) Ekonomi ve Maliye Bakanlıkları tarafından yürütülen çalışmalar neticesinde bazı aramalı ve hammaddelerin vadeli ithalatında KKDF oranının sıfır olarak belirlendi ve ihracata yönelik olarak yapılan vadeli ithalatta KKDF maliyeti de böylece kısmen giderilmiş oldu.

Bu noktada, ihracatın finansmanı için TL veya döviz olarak kullandırılan krediler ile Türkiye'de yerleşik kişilerin yurt dışından ihracatın finansmanı için sağlayacağı kredilerde ve İhracatı Teşvik Belgesi ile Dâhilde İşleme İzin Belgesi kapsamında, yapılan ithalatta bir KKDF kesintisi olmadığını da vurgulayalım.

Türk Lirası ile dış ticaret ne kadar mümkün?

Ülkemiz “dış ticaret açığı” veren bir ekonomik yapıya sahip; bu durum da sürekli olarak ABD Doları ve Euro başta olmak üzere döviz ihtiyacı içinde olduğumuzu ortaya koyuyor. Bu açıdan bakarsak, dış ticarette sadece emtia fiyatlarındaki oynaklıklardan değil, kur dalgalanmalarından da ciddi olarak etkileniyoruz. Ciddi bir tedbir olduğu iddia edilse bile, vadeli ithalattan alınan KKDF’nin ithalatı ciddi miktarda caydırdığını söylememiz de oldukça zor.

Konuya TL ile ticaret açısından bakalım. TL’nin konvertibl bir para olduğu düşünülünce yapmakta olduğumuz ithalatın bir kısmının TL ile yapılabileceği ihtimali de ortaya çıkıyor. Zaten (mülga) Ekonomi Bakanlığı da uzun süredir dış ticarette TL kullanımını özendirmek için yoğun bir gayret sarf ediyordu. Bu noktada, TL ile yapılacak ithalatın “cari açık” bakımından da olumlu etkisi olacağı da akıldan çıkarılmamalı.

Açıklanan son verilere göre (Haziran 2018); ihracatımız yüzde 1,3, ithalatımız ise yüzde 3,8 azaldı. Haziran’da dış ticaret açığımız yüzde 9,1 azalarak 5 milyar 497 milyon dolara geriledi. TÜİK tarafından yayımlanan son tabloyu da bilgi amaçlı paylaşalım.

 

Ocak-Haziran döneminde yaptığımız 82,2 milyar dolarlık ihracat ve 122,9 milyar dolarlık ithalatın içinde TL payının arttırılması kritik önemde. Özellikle ithalat tarafındaki TL kullanımı artışı, ülkemizin ciddi döviz ihtiyacına da önemli bir panzehir olabilir.

Bir diğer önemli noktanın da altını çizmeden geçmeyelim, vadeli ithalat üzerinden alınan KKDF, yatırımcıları KKDF ödememek için “peşin ticaret” yapmaya ve bunun için de alternatif finansman kaynakları bulmaya yöneltiyor. Özetle, KKDF tarafından tahrik edilen bir döviz borçlanması gerçeği ile de karşı karşıyayız. TL ile ithalatta KKDF ortadan kaldırılırsa, sözünü ettiğimiz dövizli kredi/kaynak bulma ihtiyacının ortadan kalkacağını ve özel sektörün döviz borçluluğunun da azalacağını vurgulayalım. 

KKDF istisnası ile Türk Lirası ile ticaret cazip hale getirebilir!

Döviz kurlarını ve döviz ihtiyacımızı sıklıkla konuştuğumuz şu günlerde, dış ticaret işlemlerinde TL kullanımını arttırmak için vadeli ithalat işlemleri üzerindeki yüzde 6’lık KKDF’nin kilit bir önemde olduğu görülüyor.

TL ile yapılacak vadeli ithalatlar için KKDF oranının sıfıra düşürülmesi ile iç piyasadaki döviz ihtiyacının azalacağını ve bu sayede piyasadaki döviz dalgalanmalarının nispeten dengeleneceğini söyleyebiliriz. Sadece bu da değil, düşen döviz talebi nedeniyle “cari açık” sorunumuzun bu durumdan olumlu etkileneceğini ve bu tedbirle TL’nin uluslararası piyasalarda kullanımının ve tanınırlığının artacağını söylememiz de mümkün. Son bir not, güçlü bir Türk Lirası için, paramızın uluslararası ticarette kullanımın arttırılmasının hayati önemde olduğu hep akılda tutulmalı.

*Emrah Akın, YMM, Şirket Ortağı, KPMG Türkiye Vergi Bölümü. Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Kamu Yönetimi; yüksek lisansını ise Boston Üniversitesi’nde Finansal Ekonomi alanında tamamlamış; aynı dönemde, Harvard Üniversitesi’nde İşletme Ekonomisi alanında da öğrenim görmüştür. İş hayatına Maliye Müfettiş Yardımcısı olarak başlamış, 2006-2008 yılları arasında Gelir İdaresi Başkanlığı Ankara Vergi Dairesi Başkanlığında Grup Müdürlüğü görevini yürütmüştür. 2010 yılında Maliye Başmüfettişliğine atanmış, aynı dönemde “Maliye Bakanlığı Merkez Rapor Değerlendirme Komisyonu” ile “Maliye Teftiş Kurulu Rapor Değerlendirme Komisyonu” Üyeliklerinde de bulunmuştur. 2011’de Ekonomi Bakanlığı, Bakan Özel Danışmanlığı görevine atanan Akın, 2013 yılında kamudaki görevinden ayrılarak uluslararası danışmanlık ve denetim şirketi KPMG’ye katılmıştır.

** Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve BusinessHT'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir. Ayrıca burada yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değil, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir.