BIST 100 10.084,38 % -0,41
USD/TRY 34,9636 % 0,02
EUR/TRY 36,7392 % 0,00
Piyasalar
10.083,93
% -0,41
34,9635
% 0,02
36,7381
% -0,01
1,0497
% -0,04
43,58
-0,04
2.660,52
% 0,46
73,96
% -0,71
En son haberlerden haberin olsun istemez misin?

7 soruda reel sektörün döviz sınavı

Dolardaki sert yükseliş reel sektöre nasıl yansıdı? Şirketler döviz risklerini yönetmekte ne kadar başarılı? Ve konkordato konusu: Ölümden önceki oksijen çadırı.

7 soruda reel sektörün döviz sınavı
FIRAT BORA TAŞ 29 11 2016, 14:48

ABD'de Donald Trump'ın Başkan seçilmesiyle başlayan küresel dalga dolara rekor üstüne rekor getirdi. Dolar endeksi Körfez Savaşı zirvelerine yönelirken Türk Lirası'nın dolar karşısındaki değer kaybı da 3,4760 seviyesine ulaştı. Kurdaki bu sert yükselişin reel sektöre yansımaları ise merak konusu.

1) Türk Lirası ne kadar değer kaybetti?

Sadece üçüncü çeyrek sonuna göre Türk lirasının değer kaybı dolar karşısında yüzde 14,8 ve euro karşısında yüzde 8,4. JP Morgan'ın gelişen ülke kur endeksi ise yıl başından bu yana TL'nin emsallerine göre dolar karşısında yüzde 13,4 negatif ayrıştığını ortaya koyuyor. 

Prof. Dr. Burak Arzova, BusinessHT'ye yaptığı değerlendirmede, büyük ölçüde global etkilerden kaynaklı değer kaybı için şu değerlendirmelerde bulunuyor:

"TL'de yaşanan kayıpların büyük kısmı dışarıdan kaynaklı. Özellikle dünyada yönetsel anlamda artan belirsizlik neticesinde dolar endeksinde yükselme tüm ülke paralarını etkilediği gibi bizi de etkiliyor. Ancak Türkiye'de içeride bizden kaynaklı riskler (iç politika, Suriye ve Irak'ta devam eden belirsizlik, Avrupa Birliği ile iplerin gerilmesi vb.) TL'deki kayıpların daha da fazla olmasına sebep oluyor. Türkiye'nin bir hikayesinin olmaması da tüm bunlara tuz biber ekiyor. Özellikle Rusya ile yaşanan kriz sonrasında tarım, turizm ve havayolu taşımacılık ve buna bağlı yan sektörlerde meydana gelen tahribat henüz toparlanabilmiş değil. Yüksek kurun özellikle bankalar üzerinde yarattığı risk ortada. Bu da içeride kredi faiz oranlarına baskı yaratmakta. Özel sektör şirketleri içinde dövizle borçlananlar açısından da büyük risk söz konusu." 

2) Türkiye'nin 1 yılda ne kadar dolara ihtiyacı var?

TCMB tarafından açıklanan son verilere göre, Eylül itibariyle Türkiye'nin 1 yıl veya daha az sürede vadesi gelen dış borç rakamı 164,7 milyar dolar. 

HSBC Global'ın güncel projeksiyonlarına göre 2017'de Türkiye'nin ihtiyaç duyacağı dış finansman ise 200 milyar dolar.

Bu hassasiyet açısından Dolar/TL'de yaşanan sert yükselişin reel sektörde endişelere neden olduğu konuşuluyor. Standard&Poor's Kıdemli Avrupa Kredi Notu Direktörü Frank Gill, şirketlerin açık döviz pozisyonlarının bilanço şoku riski taşıdığını ve bu şokun gerçekleşmesinin yatırımlara zarar verebileceğini söylüyor.

3) Döviz pozisyonu BIST'te hangi şirketleri öne çıkarıyor?

Diğer taraftan dördüncü çeyrek mali döneminin son ayına girilirken halka açık şirketlerin dövizdeki bu yükselişten nasıl etkilendiği ise merak konusu.

TEB Yatırım'ın izleme listesinde yer alan şirketler için kur ve ekonomik büyümeye duyarlılık analizine göre Aselsan, Enka İnşaat ve Ereğli Demir Çelik hisseleri kur ve faizin yükselip Türkiye ekonomisindeki büyümenin yavaşladığı ortamlarda diğerlerine göre pozitif ayrışabilecek hisseler olarak öne çıkıyor.

Doğuş Otomotiv, Torunlar GYO ve Türk Traktör hisseleri ise negatif ayrışabilecek hisseler olarak görülüyor.

Ziraat Yatırım ise Türk Telekom, Anadolu Efes, Zorlu Enerji, Torunlar GYO, Ak Enerj ve Coca Cola'yı kur farkı geliri yazarak söz konusu düşüşlerden olumsuz etkilenecek şirketler arasında öne çıkarıyor. ZY, Türk Hava Yolları'nın ise en yüksek açık pozisyona sahip şirket olmasına karşın, dolar cinsinden bilanço tutması ve açık pozisyonunun Japon Yeni ve Euro cinsinden olması nedeniyle yaklaşık 1.709mn TL kur farkı geliri kaydedeceğini hesaplıyor.

Tüpraş'ta sınırlı kur farkı gideri ve Ereğli'de döviz açık pozisyonu olsa da bilançosunu dolar olarak tutması ve açık pozisyonunun ağırlıklı TL cinsinden olması nedeniyle 208mn TL kur farkı geliri yazacağı hesaplanıyor. TOFAŞ'ın 2.254mn TL'lik döviz açık pozisyonuna rağmen kur artışlarından etki 14mn TL gibi oldukça düşük bir seviyede hesaplanıyor. Bunun nedeni ise şirketin kur riskinin Fiat ve PSA tarafından üstlenilmiş olması.

4) Şirketle döviz riski yönetiminde ne kadar başarılı?

Prof. Dr. Arzova, şirketlerin hedge davranışları üzerine yaptığı değerlendirmelerde şöyle diyor:

"Şirketlerimizin pek çoğu hedge yapmayı bilmiyor. Bunu bilançolara yansıyan kur farkı zararı rakamlarından görebilmemiz mümkün. Ancak son dönemde yaşanan gelişmeler karşısında firmaları bu anlamda suçlamanın doğru olduğunu da düşünmüyorum. İçeride yaşanan gelişmeleri hiçbir firma tahmin edip pozisyon alamazdı."

Meksa Yatırım VİOP Direktörü Ergün Tekgül ise TL'nin değer kaybı karşısında en büyük zararın yaşandığını belirttiği reel sektörde asıl sorunu ise kurun yükselişinde değil, şirketlerin döviz risklerini yönetmedeki isteksizliklerinde görüyor. Tekgül, gelinen noktada bu sorunların mikro boyuttan çıkıp makro bazlı etkiler yaratabileceğini de belirtiyor:

"Son dönemde TL’de yaşanan kan kaybı ister iç kaynaklı ister dış kaynaklı etkilerden olsun en çok reel piyasaya zarar vermektedir. Döviz ödemesi olan şirketler son iki sene de dolara karşı ortalama %60 değer kaybı yaşayan TL etkisi ile birlikte risklerini manage edememeye başlamışlardır.

Yalnız buradaki asıl sorun başkadır. VİOP kurulduğu günden bu yana döviz riski olan şirketlerin çoğuna seminerler/eğitimler gerçekleştirerek risklerini nasıl yöneteceklerine anlatmaya çalıştık. VİOP piyasasının asıl kuruluş amacı olan finansal/finans dışı ürünlerin hedging/korunması şirketlerimize yeterli düzeyde anlatılmaya çalışıldı. Fakat şirketlerin döviz risklerini yönetme/koruma geri dönüşleri zayıf kaldığı için şuan yaşadıkları riske karşı çözümsüz kaldılar. Gerek futures gerekse opsiyonlar ile risklerini kademeli yönetebilecekken şu an yaşadıkları sorun ne yazık ki sadece mikro bazlı değil makro bazlı da etkiler yaratabilir. Her koşulda reel sektörün bundan sonra VİOP piyasamızdan daha çok faydalanmaları gerektiğini düşünmekteyim."

5) TCMB süreci nasıl yönetiyor?

24 Kasım'da sürpriz bir adımla hem politika faizini hem de faiz koridorunun üst bandını artıran Merkez Bankası ayrıca tüm vadelerde döviz cinsi zorunlu karşılıkları düşürdü. Böylece piyasaya 1,5 milyar dolar likidite sağladı. Merkez'in Kasım ayı boyunca diğer likidite hamleleri ise şu şekildeydi:

10 Kasım

Teminat döviz depoları için limit uygulamasına yeniden başlama kararı alındı, banka limitlerinin 17 Temmuz 2016 öncesi limitlerin dört katı olarak uygulanacağı açıklandı.

12 Kasım

TL cinsinden tesis edilen zorunlu karşılıklara ödenen faiz/nema oranlarının belirlenme yöntemi değiştirildi:  1 Ocak 2017 tarihinden itibaren üç ayda bir ödenecek faiz/nema oranı TCMB bir hafta vadeli repo ihale faiz oranının 400 baz puan eksiği olarak belirlenecek.

17 Kasım

Rezerv opsiyonu katsayılarında yapılan değişiklikle  finansal sisteme yaklaşık 700 milyon ABD doları ilave likidite sağlandı.

Ayrıca 31 Ekim'de rezerv opsiyonu katsayılarında yapılan değişiklikle finansal sisteme yaklaşık 620 milyon ABD doları ilave likidite sağlanmış ayrca aynı gün zorunlu karşılıkların ortalama olarak tesis edilebilecek kısmı yükseltilerek yaklaşık 2,9 milyar ABD doları tesis dönemi içerisinde bankaların serbest kullanımına açılmıştı.

Prof. Dr. Arzova, Merkez'in adımlarını olumlu buluyor. Arzova, koridorun terk edilmesini eleştirse de TCMB'nin süreci iyi yönettiğini düşünüyor:

"TCMB nin süreci iyi yönettiğini düşünüyorum ancak geçmişte yaptığım ve koridorun ortadan kaldırılıp tek faiz oranına geçilmesi yönündeki eleştirim hala devam ediyor. Eğer tek faiz oranı yaşadığımız yüksek dolar endeksi süreci öncesinde var olsaydı şimdi farklı faiz oranlarından bahsediyor olacaktık. İnovatif olan bir uygulamayı kaldırmanın bir anlamı olduğunu düşünmüyorum. Tam tersine Türkiye gibi son derece kırılgan ve yüksek likidite ihtiyacına sahip bir ülkede koridorun üst bandı her zaman döviz hamlelerine karşı koruyucu bir kalkan olarak görev yapar. "

6) Ekonomi yönetimi gidişatı nasıl yorumluyor?

Ekonomi yönetiminde kurdaki yükselişin Türkiye ekonomisi için risk teşkil etmediği görüşleri öne çıkıyor. Ankara kulislerinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında toplanan Ekonomi Koordinasyon Kurulu’nda kurdaki artışın Türkiye ekonomisi için risk oluşturmadığına vurgu yapılırken, kamunun döviz borcunu çevirmede bir sorun yaşamadığı, hane halkı ve KOBİ'lerin de döviz kaynaklı riskleri bulunmadığının ifade edildiği konuşuluyor.

 Diğer taraftan Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, Merkez'in kurdaki bu gidişata döviz satarak ya da alarak müdahale etmesini "eski bir yöntem" olarak gördüklerini yeniden vurguluyor:

"Bunu biz pek uygun görmüyoruz. Orada şunu söylüyoruz; dokunmamak lazım, müdahale etmemek lazım, piyasa kendi dengesini bulacaktır. Döviz artışıyla ilgili ekonomide kalıcı bir hasar meydana gelmez. Bu dönemde dövizle ilgili piyasanın kendi dengesini bulacağına kesinlikle inanıyorum"

Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş ise “Kur konusunda oldukça iyimseriz, belirli bir süre sonra belli seviyeye düşecektir” diyor.

7) İflas ertelemenin yasaklanması reel sektörü nasıl etkiledi?

TL'de sert değer kayıpları yüksek döviz borcu olan şirketlerin mali yapılarını strese maruz bırakırken, 1 Ağustos itibariyle FETÖ'cü şirkelere karşı tedbir olarak OHAL kapsamında iflas erteleme başvuruları durduruldu. İflas erteleme başvurusu yapamayan şirketler alacaklılarla anlaşmak için konkordatoya yöneliyor. Prof. Dr. Burak Arzova, bu süreci 'ölümden önceki oksijen çadırı'na benzetiyor:

"Konkordato, işletmeler için ölümden önceki oksijen çadırı. Bugün işletmelerin bankalara olan borcu, piyasa borçlarından daha fazla. Yani işletmelerin borç yapısı farklılaştı. Bankaların da tüm alacakları teminatlı. Konkordatonun çalışabilmesi için, borçlu işletmenin büyük oranda alacaklıları ile anlaşma yapması gerekiyor. Bunu yapamazsa iflas otomatik olarak geliyor. Bankalar konkordato da borç yapılandırmasına hiç yanaşmıyor. Çünkü zaten alacakları teminatlı. 

İflas ertelemenin kalkmasını büyük ölçüde bankalar istedi. Burada komisyonlarda görev alanlar şirketler lehine değil, bankalar lehine görüş bildirdi ve netice bankaların istediği şekilde kanun çıktı. Buna göre işlemler yapılabilecekken, OHAL ile bu süreç engellendi. Burada amaç FETÖ'cü şirketlerin bu sürece başvurmasını önlemek idi. Ancak şirketlere ilişkin FETÖ soruşturması yapıldıktan sonra süreçten temiz çıkan şirketlere iflas erteleme imkanı tanınabilirdi. Şimdi daha da kötüsü, ilk yıllarını başarı ile tamamlamış, borçlarını yapılandırmış ve çalışan şirketler, iflas erteleme yenileme davası açtıklarında (projenin devamı için yasadan kaynaklanan haklarını kullanmak istediklerinde) mahkemeler tarafından OHAL gerekçe gösterilerek bu firmalar üzerindeki tedbir kaldırılıyor. Böylece iyi niyetli, borçlarını ödeyen ve çalışan şirketler adeta cehennem ateşine atılıyor. Bu durum reel sektör için çok ciddi bir risk yaratmakta."

Yukarı

Business HT×