BIST 100 9.645,02 % -0,50
USD/TRY 32,5505 % -0,01
EUR/TRY 34,8720 % 0,02
Piyasalar
9.645,02
% -0,50
32,5505
% -0,01
34,8717
% 0,02
1,0700
% -0,01
45,35
-0,09
2.323,80
% 0,08
88,42
% 1,63
En son haberlerden haberin olsun istemez misin?

Türkiye büyümesini arıyor-4

"Türkiye Büyüme Modelini Arıyor" söyleşi dizisinin konuğu Prof. Dr. Murat Yülek oldu

Türkiye büyümesini arıyor-4
SELÇUK OKTAY 26 08 2015, 09:33

Son günlerde Çin kaynaklı çalkantı küresel büyüme görünümüne, özelde de Türkiye'nin de aralarında bulunduğu gelişen ülkelerin büyüme görünümüne ilişkin dikkate alınması gereken işaretler sunuyor.

Başta IMF ve Dünya Bankası olmak üzere birçok uluslararası kurumda görev yapan Prof. Dr. Murat Yülek, son günlerde yaşanan gelişmelerin büyük fotoğraftaki yerini değerlendirirken, Türkiye'nin büyüme modeline ilişkin diğer ülkelerle karşılaştırmalı olarak kapsamlı bir analiz yaptı.

Büyümenin makro tarafı ile birlikte mikro yönüne de değinen Yülek, Türk şirketlerine Türkiye'de çıkarılan tarife dışı engeller olduğu müddetçe büyümeden bahsedilemeyeceğini belirtti.

Yülek, Türkiye'nin büyüme modelinde hizmetler sektörüne kıyasla sanayileşmenin önemine vurgu yaparken "Hizmetler sektörü Türkiye'de istihdam sağlıyor. Fakat cari açığın sürdürülebilir bir patikaya oturmasına engel oluyor" ifadelerini kullandı.   

İlk olarak son günlerde Çin’den başlayan ve tüm dünya piyasalarını sarsan satış dalgasının etkilerini konuşalım. Bu ciddi sarsıntının küresel büyüme görünümünü etkilediği yönünde analizler yapıldı. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bütün dünya Çin kaynaklı bir sıkıntı yaşadı. Sıkıntı önce Avrupa’ya, arkasından ABD’ye yayıldı. Piyasadaki yatırımcıların hemen hemen hiçbiri bu hafta böyle bir dalga yaşanacağını beklemiyordu. Fakat bunların Çin’in problemleri ile alakalı ve belli bir tetikleme ile su yüzüne çıkabileceği öngörülüyordu. Bu beklentinin de aşırı tepkisi ile piyasalar Çin’den başlayarak korkunç derecede bozuldu. Dolayısıyla Çin aşırı tepki verdi. Avrupa ve ABD aşırı tepki verdi. ABD’de borsaların aşırı tepki vermesi normal çünkü ABD borsalarının şişik olduğunu düşünen, en azından fiyat/kazanç oranlarına bakarak bunu söyleyen birçok iktisatçı, yatırımcı vardı. Fakat Avrupa’da bu kadar güçlü bir değişim beklenmiyordu. İlgi çekici olan şey, Avrupa’nın bundan etkilenirken, paritenin psikolojik olarak ABD’nin aleyhine işlemesi oldu. Paritenin euro bazında güçlenmesi enteresan bir şeydi. Bu tip oturmamamışlıkların, hem ABD hem de Avrupa bakımından yansıması olarak değerlendirmek mümkün. Sadece istihdam ve büyümeye bakarak ABD'nin Avrupa’dan çok daha iyi olduğu yönünde bir imaj söz konusu. Dün esasında paritenin ilk fırsatta 1,14’lere kadar çıkması, bu bakışın temelsiz olduğunu gösterdi. ABD’de çok ciddi sorunlar söz konusu.

Nedir bunlar?

Amerika’nın korkunç bir borcu var. Kamu borcundan bahsediyorum. Bunu da ikiye ayırmak lazım. Bir tanesi federal seviyedeki borçlar, bir diğeri de eyalet ve şehir seviyesindeki borçlar. Bunların ikisini üst üste koyduğunuzda ciddi bir borç yükü ortaya çıkıyor. Şu aşamada ABD bundan rahatsız değil makro açıdan.

Bu durum Fed’in tavrını nasıl etkileyecek?

Amerikan Merkez Bankası bu dediğim konuya hiç bakmıyor. Esasında dünyada çok az kişi bu konuya odaklanmış durumda. Fed’in bakış açısı çok basit: "Büyümeyi ciddi oranda başardık, faizleri yukarı çekerek enflasyonun birdenbire kontrol edilemez şekilde fırlamasına engel olmamız lazım" Bu tabii yanlış bir şey. Erğe 2015'te faiz artırımı yapılırsa erken olur. Onlar son derece kısa vadeli bakıyorlar. Çin hadisesi Eylül’de faiz artırımını imkansız hale getirdi. Buna rağmen bu yıl içinde 0,25’lik bir faiz artırımı getirebilirler yılın sonuna doğru. Bu da doğru olmaz.

Bu sarsıntının dalgaları diğer gelişen ülkelerle birlikte Türkiye’yi nasıl etkiler?

Makro açıdan bakarsak Türkiye seçim atmosferine girdi ve bu seçim sonuçları ortaya çıktıktan itibaren öteki piyasalardan negatif ayrıştı. Belki de bizim diğer piyasalara göre döviz ve borsa bazında daha az etkilenmemizin sebebi muhtemelen önceden birçok kötü senaryoyu satın almamızdı. Bizim borsa, dolar bazında oldukça aşağıda olduğu için çok fazla beklendiği gibi etki görmedi. Almanya gibi sağlam bir ekonomi bile borsasında darbe gördü. Türkiye de oldukça kötü etkilendi, zaten Türkiye koalisyon oluşamaması ve erken seçim nedeniyle kötü darbe yemişti. Dolayısıyla burada da olumsuz etkilendi. Diyelim ki Fed benim öngördüğüm gibi Eylül’de değil de sonrasında faiz artışına gitti. Bu artırımın yapıldığı gün küçük bir etki olacaktır. O ilk hareket geçtikten sonra yeniden bir tersine çıkış yaşarız. Benim gözümde önemli olan, ABD’de faiz artırımının süreci nedir? Başka deyişle ABD’de faiz artışının ne zaman başlayacağından çok ne zamana kadar süreceği önemli.

Neden önemli bu durum?

Çünkü o faiz artırımı beklentisi özellikle ABD’de bonolara, tahvillere olan akımı etkileyecek. Evet şu anda Almanya’da, ABD’de güvenli liman etkisiyle bir ilave çekicilik gözüküyor. Artırımların ne kadar süreceği beklentisi tam olarak portföylerde ABD tahvillerinin ne kadar pay alacağını kalıcı anlamda belirleyici olacak. Diyelim ki faiz artırımları bitti, dünya belli bir noktaya geldi. O zamanda gelişen ülkeler içinde kamu ve özel sektör bilançoları olan ülkelere yine para girmeye devam edecek. Çünkü ben dünyada uzun süre faizlerin düşük kalmasını bekliyorum. Böyle olduğu zaman bizim gibi ülkelerdeki nominal faiz farklılıkları çekicilik oluşturacak. Eğer sağlam durursak bu fırtınadan sonrası bizim için selamet olacak.

Sağlam durmaktan kastınız nedir?

Bütçe tarafında disiplinli olmak gerekiyor. Bunu hem kamu tarafında hem de özel sektör tarafında yapmak önemli. Özel sektörün borçlarının arttığı yönünde bir algı var. Rakamlar da bunu gösteriyor. Eğer bilançolar olumlu algılanırsa sağlam durmuş oluruz. Ki Türkiye son 2 yıl içinde üç seçim yaşamasına ve dördüncü seçime gitmesine rağmen bütçesini sağlam tuttu. Özel sektör tarafında bilançoların biraz bozulduğunu gördük. Bunun sebebi de yabancı parayla borçlanmadan dolayı biraz uyumsuzluk (mismatch) olduğu içindir. İyimserlik diyebilirsiniz ama bu durum özel sektöre ders vermesi açısından olumlu bir şey.

O halde Türkiye’nin büyümesini finanse edebilmesi için önümüzdeki dönemde kaynak bulmasının mümkün olduğunu düşünüyorsunuz.

Evet ama acaba biz ve bizim gibi ülkeler o parayı ne kadar dediğiniz manada kullanabiliyor? Bu finansman girişlerinden ne kadar kalıcı manada sonuç çıkarabiliyor? Türkiye geçmişte bu anlamda bu kaynakları çok da kötü kullanmadı. Kamu tarafında Türkiye’de İstanbul-İzmir otoyolu önemli projeler var. Bunların uygulanması gerekiyor. Özel sektör tarafında ise şöyle bir görünüm var. Ben sanayi sektörünün katma değeri rakamlarına dünyadaki diğer ülkelerle karşılaştırmalı olarak baktım. Son 10 yılda sanayi katma değeri, yani hammadde girdilerini bir tarafa bırakırsak sanayinin sektörel olarak ürettiği katma değerde, dünyada en hızlı artan birkaç ülkeden biriyiz. Dolayısıyla özel sektörün son 10 senede borçlanması olmuş ama özellikle sanayi tarafında öyle ya da böyle ciddi bir katma değer artışı, toplamda diyorum, katma değerden bahsetmiyorum, oldukça ciddi bir yatırımın içine girdiğini görüyorsunuz. Belki son 2-3 senede bu yavaşladı. Demek ki Türkiye yatırımlarını, potansiyelini artıran bir ülke olmuş. Bunlar olumlu.

Fakat buna rağmen, hizmetler sektörünün büyümeye katkısı daha fazla oldu ve sanayi ile hizmetlerin büyümeye katkısı bakımından makas açılıyor.

Kesinlikle öyle. Orada da şöyle enteresan bir şey var. Tek başına OECD sanayi katma değeri rakamlarına baktığımızda Türkiye sanayi katma değerini en hızlı artıran ülkeler arasında son 10 sene içerisinde. Bu bir gerçek, bunun üzerine bir tartışmamız yok. Bunu açıklamak lazım. Buna karşılık sanayinin milli gelir içindeki payı ABD kadar olmasa da çok hızlı bir şekilde düşüyor, yön aşağıya doğru.

Fakat Türkiye'de hizmet sektörü sanayiden çok daha hızlı büyüyor. Dünyada da böyle bu. Her ekonomi gün geçtikçe hizmetler sektörüne kayacak. ABD'de de böyle bu. Fakat ABD hala bir sanayi devi. Türkiye son 10 senede hızlı büyümüş ama çok daha hızlı büyümesi gerekiyor. Hizmet sektörü sanayiye göre daha dinamik ve payını artırıyor.

Son yazılarınızdan birisinde büyümenin önündeki mikro engellere dikkat çektiniz. Türkiye'de büyümenin yavaşladığı açık. Bu kapsamda bahsettiğiniz mikro engelleri konuşmak gerekiyor ama öncesinde Türkiye'de büyümeyi aşağıya çeken en kritik makro engeller neler oldu?

Makro tarafta makro iktisadi dengelerin bizim büyümemize yarayan ilk sıkıntısı kur üzerinden geliyor. Eğer kur kalıcı olarak aşırı değerli olursa, 1 senelik aşırı değerlilik sorun değil ama sistematik olarak aşırı değerli olursa sanayi gibi uluslararası rekabete açık bir alanda ithalatı artıyor. Türkiye'de en önemli ekonomik sorunlardan bir tanesi ithalata dayalılık. İhracatımız artıyor ama otomatik olarak belli oranda ithalat da artıyor.

Neden böyle oluyor. Türkiye bu ithalata bağımlılığı neden aşamadı?

Ara maddeyi üretmesi gereken sanayi girişimcisi o sahaya yatırım yapmayı uygun bulmuyor. Basit bir fizibilite raporu hazırlıyor, diyor ki ben bu ara malı üretmek yerine bunu ithal ederim, bu daha karlı olur diyor. Bunu uluslararası ticaretin gelişmiş olması sağlıyor. Çin'in ucuz ürünleri de, Almanya'nın kaliteli ürünleri de aynı kolaylıkla Türkiye'ye girebiliyor. Böyle bir ortamda kuru aşırı değerli tutarsanız ara malı üretimine yatırımın fizibilitesini ortadan kaldırıyorsunuz. Son 10 yıl içinde bizim sanayimiz daha hızlı gelişebilirdi. Son 3-4 sene içinde tamamen durmuş durumda.

Para politikaları büyümeyi dizayn edilebilir miydi? Bundan sonra da bu şekilde büyüme için para politikalarından destek alınabilir mi?

Edilebilirdi, bundan sonra da edilebilir. Burada son 2-3 senedeki konular önemli değil. Bundan çok eskisine dayanan problemler söz konusu. 2002 yılında Türkiye memur maaşlarını ödeyemeyecek durumdaydı. Akut problemler söz konusu. Türkiye 2002'den sonra yüksek büyüme döneminde bunlarla uğraşırken, cari açığın hızla artmasına, Türk Lirası'nın değerli kalmasına göz yumdu. O dönemlerden gelen sıkıntılarımız var. Türkiye cari açığı uzun vadede sürdürülebilir bir patikaya oturtsaydı daha farklı bir gelişme olacaktı. Son 3-4 sene konjonktür ağırlıklı bir dönem olduğu için bu döneme odaklanmak doğru değil. 2010 öncesi dönemde ithalata bağımlı olma sorununu çözmek için tohumlar atıldı. Bundan sonra da 2015 sonrasında para politikalarını, makro politikaları büyümeyi destekleyici hale getirebiliriz. Burada, kurun aşırı değerli olmaması, faizlerin de aşırı yüksek olmaması gerekiyor. Makro tarafta bunu öne almak gerekiyor. Makro ihtiyati istikrar ana mesele değildir, Türkiye gibi ülkelerde ana mesele büyümedir. Türkiye fakir bir ülke, nüfusu hızla artıyor, hem faktör birikimi, yani yatırımlarla yeni iş sahaları açarak hem de verimlilik artışlarıyla büyümeyi sağlamak gerekiyor. Türkiye'de bürokratından gazetecisine kadar herkesin gündeminde büyüme olmalıdır.

Mikro engellere gelelim. Yazınızda “Yurt içinde dünyanın en yüksek kalitesiyle üretilirken bir ürünü yurt dışından almak, Türkiye'nin GSYH büyümesinden alıp ithal edilen ülkeye büyüme 'ikram etmek' demektir” diyorsunuz. Uluslararası ticaretin geldiği seviye dikkate alındığında böyle bir politika nasıl uygulanabilir?”

Ben burada bir korumacılık önermiyorum. Vergiler koyarak yerli sanayinin korunmasını kast etmiyorum. Ama bunun başka yolları var. Diğer ülkeler bunları uygularken Türkiye'nin de uygulaması gerekiyor. Bizim gibi bir ülkenin büyüyebilmesi için dışa açılması gerekiyor. Türkiye dışa açılmış ama yanlış açılmış. Türkiye 1980 yılında 24 Ocak Kararları ile önemli reformlar yaptı ve biz dışa açıldık. Türkiye'de yağ kuyrukları vardı. Çünkü ithal ikamesi yapılıyordu. Yurt dışından ithal edilecek bir ürünü yüksek gümrük duvarları ile yerli sanayiciye rant sağlayarak ürettirmeye çalışıyordu. Türkiye 1978'e geldiğinde birçok ürün üretiyordu ama hala ithalata bağımlıydı. Ekonomide hayatiyeti devam ettirmek için ithalata mecburdu. İhracat da her şeye rağmen düşük olduğu için Türkiye bunları ithal edecek dövizi bulamıyordu. Bu yüzden de dışa açıldı. Dışarı açılırken önce büyük bir devaülasyon yaptı. Çünkü Türk Lirası çok değerliydi. O devaülasyon ve yatırımların yurt dışına yönlenmesiyle Türkiye'nin ihracatı 1980'den 1988'e dört katına çıktı. Dışa açılmada iki yerde hata yaptık. Birincisi 'yeteri kadar' dışa açılamadık. Bizim ihracatımızın daha fazla olması gerekiyordu. Sanayicimizde tam anlamıyla dünya pazarlarına ürün üretme zihniyeti gelişmedi. Türkiye'nin ikinci fark etmediği unsur, yurt dışına entegre olurken, Türkiye aynı zamanda bir pazar haline geldi. Türk sanayi şirketleri iç pazarda korkunç bir pazar kaybına uğradı. Milyarlarca dolarlık ara malı, hatta nihai ürün, tarım ürünü ithal etmemiz, bizim iç pazarımızda normalde potansiyel olarak yurt dışına mal satmayı bırakın, şirketlerimizin iç pazarda bile potansiyellerine ulaşamamasına neden oldu. Benim o yazıda bahsettiğim şey daha çok iç pazar ile ilgili. Kırşehirli girişimci dil bilmese de yurt dışına ihracatı hedefleyecek. Sosyolojik bir dönüşüm de gerekiyor. Bu bir hayal değil. Çünkü bunu Çinlilerin yaptığını görüyorum.

Bununla birlikte o yazıda bahsettiğim bir durum var. TANAP'a Türk şirketlerinin tedarikçi olarak davet edilmemesi konusunda haberler yayınlandı. Genelde şirketlere tarife dışı engeller çıkarılır. Bu durum Türkiye'de oluyor. Kağıt üzerinde Dünya Ticaret Örgütü olan hiçbir ülke korumacılık yapamaz. Ama size bir örnek vereyim. Kore'ye gittiğinizde tüm metro hattının yürüyen merdivenleri ve asansörlerininin Koreli bir şirkete ait olduğunu görürsünüz. Türkiye'de Türk şirketleri ihaleye çağrılmıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Ben o yazıda buna dikkat çekmeye çalışmıştım. Kendi pazarınızı şirketleriniz için zorlaştırırsanız büyümeden ve sanayileşmeden bahsedebilir misiniz?

Dışarı açılmamız gerektiğini söylüyorsunuz, fakat Türkiye'nin ürün ve hizmet portföyü böyle bir dışa açılma için uygun mu?

Belli ölçülerde uygun. Bu dinamik bir süreç. Türkiye dönüşümü gerçekleştirdi. Ama daha da geliştirmesi gerekiyor. Şu an ürün portföyümüzün daha da geniş olması lazım. Size bir örnek vereyim. Ben Arçelik'in ürün gamının çok daha büyük olmasını bekliyorum. Örneğin Arçelik telefon alanına giremedi.

Neden böyle oldu? Bunun arkasındaki makro hikaye nedir?

Şu an bizim ürün portföyümüz 500 milyar dolarlık ihracat hedefini desteklemiyor. Bunun destekleyecek gelişmelerin de kamu kadar özel sektörün dinamikliğiyle yapabileceğini düşünüyorum. Çin'deki şirketlerin bunu yapabildiğini görüyorum. Özel sektördeki problem daha çok büyük oyuncularda. Bizim imalat sanayisini destekleyecek özel sektörümüz yeteri kadar dinamik değil, Ar-Ge yapmıyor. Küçüklerde zaten yok. Ama ürün gamını Türkiye'nin geliştirme potansiyeli var. Bugün Arçelik ve Vestel gibi şirketlerde Türkiye'nin ne zeki insanları çalışıyor. MIT'in falanca laboratuarındaki zeka düzeyinden Arçelik'in laboratuarındaki zeka seviyesinden ileri değil. Ama kamunun ve özel sektörün o dinamizmi ve oryantasyonu göstermesi gerekiyor. Biz o yüzden ihracatta 150 milyar dolara sıkışmış durumdayız.

Türkiye büyümesini hangi alanda gerçekleştirmeli. Son zamanlarda Türkiye'nin hizmetler sektöründe rekabetçi olduğu için büyümede bu alana yükselmesi gerektiğini söyleyen analizler var. Siz nasıl değerlendirirsiniz?

Ben buna katılmıyorum. Çünkü hizmetler sektörü ihracatçı bir alan değil. Dünyada 22 trilyon dolarlık ihracat hacmi var. Bu hacmin 18 trilyonu mal ihracatı, 4 trilyonu ise hizmet ihracatı. Bu 4 trilyonluk hizmet ihracatının da çok büyük kısmı mal hareketlerine bağlı. Gelecekte de eğilim böyle olacak. Hizmetler sektörü Türkiye'de istihdam sağlıyor. Fakat cari açığın sürdürülebilir bir patikaya oturmasına engel oluyor. İnşaat sektörü ithalatı artırıcı bir nitelik sergiliyor.

SÖYLEŞİ DİZİSİNİN ÖNCEKİ BÖLÜMLERİ

Yukarı

Business HT×