“Türkiye orta gelir tuzağından çıkmak için neler yapmalı?” sorusunu son yıllarda muhtemelen sıkça duyuyorsunuz.
Ancak bir adım geri gidip başka bir soru sormak gerekiyor: Türkiye gerçekten orta gelir tuzağına yakalandı mı?
Pek üzerinde durulmayan bu soru hakkında iktisatçılar ikiye bölünüyor. Orta gelir tuzağının tanımı üzerinden başlayan ayrışma, doğal olarak tuzaktan çıkılması için önerilen politikalara kadar uzanıyor.
Bu konuyu Türkiye’nin önde gelen iktisatçılarından Prof. Dr. Seyfettin Gürsel ve Prof. Dr. Erinç Yeldan’a sorduk, ve iki farklı görüşle karşılaştık.
Ama öncellikle, orta gelir tuzağı efsanesini hatırlayalım. Dünya Bankası’nın “orta gelir tuzağı” olarak adlandırdığı şey, 2007’de ortaya atılan ve bir ülkenin belli bir gelir seviyesine ulaştıktan sonra o seviyede kalıp, daha fazla büyüyememesini içeren bir ekonomik gelişim teorisi.
Bu, 10,000-12,000 dolarlık kişi başı milli gelirde takılı kalan yeni sanayileşmiş ekonomilerin karşılaştığı bir durum.
Genellikle bu tuzağa takılmış ülkeler zayıf yatırım, ticarette yavaş büyüme ve sınırılı ticari çeşitlilik, ve zayıf iş gücü piyasası şartlarından muzdarip olurlar.
Peki Türkiye gerçekten bu tuzağa düştü mü? İşte iki farklı görüş:
Prof. Dr. Erinç Yeldan – Bilkent Üniversitesi profesörü
Erinç Yeldan, herşeyden önce orta gelir tuzağı konusunun çok kapsamlı teknik bir konu olduğunun altını çiziyor ve “10,000 dolara çıktık ve takılı kaldık, dolayısıyla tuzağa düştük” demenin çok basit kaldığını belirtiyor.
Yeldan’ın temel argümanı şu: Türkiye’nin asıl meselesi bölgesel eşitsizlik. Ülkenin bazı bölgelerinde orta gelir tuzağı riskinden bahsedilebilecek olunsa bile özellikle doğu bölgelerinde alt ve orta gelir sorunun olduğunu belirtiyor.
Yeldan, Türkiye’nin yapısal bir sorunla karşı karşıya olduğunu ama bunun orta gelir tuzağı olarak adlandırılamayacağını dile getiriyor. Profesöre göre ne zamanki bir ülke sermaye, işgücü ve doğal kaynaklar sınırlarına ulaşır, ancak o zaman orta gelir tuzağına düşmüş olur. Türkiye’de ise yatırımın hala çok düşük olduğunu, bu yüzden de daha kaynak sınırlarına gelinmediğini dile getiren Yeldan, bu nedenle Türkiye’nin orta gelir tuzağına düşmediğini savunuyor.
Orta gelir tuzağı efsanesinde Türkiye’nin pozisyonu konusunda asıl sormak gereken sorunun “Hangi Türkiye?” olduğunu dile getiren Yeldan, Türkiye’de bölgeler arasında gelir uçurumuna neden olan ikili (dual) yapı olduğunu savunuyor ve Türkiye’nin sürdürülebilir bir büyüme içinde olamayışını bu ikili farklılığa dayandırıyor.
Yeldan, “Türkiye’nin batı bölgeleri gelişmişken güney doğudaki şehirler düşük ve orta gelir arasında kaldı, bu da uzun vadede Türkiye’nin genel büyümesini kötü etkiliyor. Bunun için Güney Doğu’daki etnik çatışmalar, güvenlik sorunları, eğitim eksikliği, ulaşım alanları yetersizliği gibi sorunların halledilmesi gerekiyor” diyor.
Bu nedenle, bu konunun sadece iktisadi bir mesele olmadığını, aynı zamanda sosyal, eğitimsel, hukuki ve kültürel altyapı gerektirdiğini dile getiren Yeldan, Türkiye’nin doğusunun doğal kaynaklardan yoksun, tek umudu batıya göç etmek olan bir coğrafya oluşturduğunu belirtiyor.
Türkiye’de ileriye dönük en çok dikkat edilmesi gereken şeyin bölgesel eşitsizliği ortadan kaldırmak olduğunu dile getiren Yeldan, bunun için altyapı, güvenlik, sermaye, işgücü, teknoloji ve eğitim yatırımına ilişkin kamu girişimciliğine dayalı ama özel sektör destekli kalkınma programları gerekliliğinin altını çiziyor.
Son olarak Yeldan, sadece insani olarak değil, bölgesel olarak, hatta aynı şehir içinde bile coğrafi anlamda gelir dağılımının eşitlendirilmesinin kapitalizmin geleceği açısından ciddi bir konu olduğunu vurgularken, gelir meselesinin uzun yıllar boyunca iktisatçıların önemle ele aldığı bir konu olmadığını, Fransız ekonomist Thomas Piketty’nin 2013 yılında çıkardığı “Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital” adlı kitaptan sonra tekrar gündeme geldiğini hatırlattı.
Prof. Dr. Erinç Yeldan'ın Türkonfed için yazdığı "Escape from the Middle Income Trap: Which Turkey?" (Orta gelir tuzağından çıkış: Hangi Türkiye?) adlı araştırma raporundan alınan bu tablo, Türkiye'deki bölgesel eşitsizliği gözler önüne seriyor.
Prof. Dr. Seyfettin Gürsel – Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) direktörü
Seyfettin Gürsel ise Türkiye’nin orta gelir tuzağında olduğunu savunuyor.
Her ne kadar Türkiye’nin kişi başı milli geliri yaklaşık 10 yılda 3,500 dolardan 10,000 dolara çıkmış olsa da, bunun reel anlamda bir büyüme olduğunu söyleyen Gürsel, bu büyümeye aynı dönem içinde Türk lirasının önemli ölçüde değerlenmiş olmasının da katkıda bulunduğunu vurguladı. Ama son dönemlerde lira, ciddi değer kaybına uğradı ve büyümenin de yavaşlaması sonucunda Gürsel, Türkiye’nin orta gelir tuzağına yakalandığını savunuyor.
Yeldan’ın bölgesel eşitsizlik argümanına katıldığını söyleyen Gürsel, yine de mevcut düzeyden Türkiye’nin gelirini artırabilmesinin uzun yıllar mümkün olmayacağını, bunun da “orta gelir tuzağı” olarak adlandırılabileceğini belirtiyor.
Hem cari açığın yüksek olduğunu, hem de verimlilikte artış olmadığını belirten Gürsel, Türkiye’nin 13,000 dolara – yani orta gelir tuzağını aştığı seviyeye – gelmesinin verim artışı reformlar olmadan mümkün olmayacağını, öbür türlü ise bunun 5-10 yılı bulacağını bildirdi. Gürsel, “Türkiye yerinde saydırıcak ya da, en iyi ihtimalle, 5-10 yıl içinde çok yavaş artacak. Türkiye orta gelir tuzağında debelendi” dedi.
Öte yandan Türkiye’nin en kötü işgücüne sahip ülkeler arasında geldiğini ve yapısal reformlarla işgücü piyasasını esnek hale getirmek gerektiğini vurgulayan Gürsel, kıdem tazminatı reformu, esnek çalışma saatleri gibi işgücü piyasasında yapısal reformların yanı sıra, vergi sisteminde de reform gerektiğini bildirdi.
Her şeyden önce eğitim kalitesinin reformlarla iyileştirilmesi gerektiğini düşünen Gürsel, öbür türlü uzun dönemde verimlilik etkisinin mümkün olmayacağını dile getirdi. Ülkede katma değerin çok düşük olduğunu belirten Gürsel, ufak bir elit kesimin dışında büyük bir çoğunluğun bu konuda kötü eğitildiğini söyledi.