GSYH tartışmaları üzerine 5 soru 5 grafik
Türkiye büyüyor ama dolar bazında zenginleşemiyoruz...
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2017 yılının ikinci çeyrek büyüme rakamlarını geçen hafta başında yayınladı. Yeni GSYH rakamları, ilk kez geçtiğimiz Aralık ayında açıklandığından bu yana, konunun uzmanı olsun olmasın, herkesin ilgi ve eleştiri odağı haline geldi.
En son bir yabancı banka analisti, rakamlarda siyasi etkinin olmuş olabileceğini ima ederek tartışmaların dozunu iyice yükseltmiş oldu.
Gerçekten de bu revizyonların tam olarak anlaşılması, rakamların sağlıklı olduğuna kamuoyunun tamamen ikna edilebilmesi zaman alacak gibi görünüyor. Bu konuda şüphesiz TÜİK’e düşen çok iş var. Ancak bazı açılardan da eleştirilerin dozunun kaçtığı görülüyor. Turkey Data Monitor (TDM) ekibi olarak, yeni GSYH verilerinin açtığı büyüme tartışmalarına beş başlıkta, biraz farklı bir bakış açısı getirmeye çalıştık. Veriler kadar, meselenin ekonomik mantığına odaklanmaya çalıştık.
1- MEVCUT KOŞULLAR GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULDUĞUNDA BU BÜYÜME ORANLARI ÇOK YÜKSEK DEĞİL Mİ?
Türkiye ekonomisinin son dönemde yüzde 5’ler gibi oldukça yüksek sayılabilecek oranlarda büyüme kaydetmesi, bazı soru işaretlerini beraberinde getirdi. Sorularda haklılık payı elbette var, ancak Türkiye ekonomisinin şöyle bir gerçeğini de göz önünde bulundurmak gerek: “Kredi ve teşvik” olduğu sürece, Türkiye ekonomisi genelde büyüyor... Başka bir ifadeyle, ülkenin demografisi ve genel dinamizmi, ekonomide “dengesizliklerin” artması pahasına da olsa, bu düzeyde büyüme oranlarına izin veriyor. Aşağıdaki grafikle – kredi tarafında -- bunu göstermeye çalıştık. Grafikten de görüleceği gibi kredi/GSYH oranının değişimi ile büyüme oranı arasında (bir önceki yılın aynı dönemine göre) oldukça kuvvetli bir bağ var. Tabii bu resimde verilen mali teşviklerin etkisini göremiyoruz. Vergi teşvikleri, hükümetin doğrudan artan harcamaları, ertelenen sosyal güvenlik primleri vs. bütçede ciddi bir bozulmaya yol açarken, ekonomiye de büyük destek verdi. Sonuç? Bütün bu devasa teşviklerin sonrasında yüzde 5 büyüme, belki de o kadar şaşırtıcı olmamalı...
2- İKİNCİ ÇEYREKTE SANAYİ ÜRETİMİ (ARINDIRILMAMIŞ) YÜZDE 2,1 ARTARKEN, GSYH YÜZDE 5,1; GSYH İÇİNDE SANAYİ KATMA DEĞERİ İSE YÜZDE 6,3 BÜYÜDÜ. NASIL OLUYOR DA BU DENLİ BİR AYRIŞMA YAŞANABİLİYOR?
Mevcut Sanayi Üretimi (SÜ) Endeksi’nin – farklı bir örnekleme dayandığından – eskisi kadar güçlü bir gösterge olma özelliğini kaybettiğini kabul etmek gerekiyor. Bu, diğer pek çok “yüksek frekanslı” ekonomik gösterge için de geçerli. Nitekim TÜİK, en geç 2018 yılının ilk çeyreğinde –SÜ de dâhil olmak üzere— bir dizi seride revizyon yapacağını duyurdu. Şüphesiz önce bu revizyonların yapılması, sonra GSYH serilerinin açıklanması daha doğru olurdu, bu şekilde hem gelen eleştiriler hem de analistlerin yaşadığı sorunlar engellenebilirdi.
Öte yandan elimizdeki yüksek frekanslı veriler tamamen işe yaramıyor diye de düşünmemek lazım. Bazı teknik model bazlı tahmin yapan kurumlar – örneğin Bahçeşehir Üniversitesi bünyesinde BETAM ve Bilgi Üniversitesi bünyesinde Finansal Uygulama ve Araştırma Merkezi – bu tarz büyüme oranlarını, GSYH rakamlarının yayınlanmasından önce tahmin ediyordu. TCMB de yeni bir çalışma yaparak bize örneğin bütçe verilerinin ve sanayi üretiminin sektörel dağılımı gibi değişkenlerin yeni seriyi tahmin etmekte faydalı olduğunu gösterdi. Bunlara bir örnek aşağıdaki grafikte veriliyor. Mevcut sanayi üretimi endeksi yerine, talep kompozisyonuna göre (iç talep/dış talep) sektörel bir ayrımı kullanmak daha faydalı gibi görünüyor.
Sonuç? Evet veriler arasında bağlar koptu, zemin kaydı ama bu zaten TÜİK tarafından söylendi. Şimdi yapılması gereken bir an önce bu revize serilerin yayınlanması ve bunların anlaşılmasında kamuoyuyla ve analistlerle net bir iletişim kurulması...
3- MALİYE POLİTİKASI BU DENLİ GEVŞEKKEN, 2. ÇEYREKTE KAMU TÜKETİMİNDE NASIL DARALMA OLABİLİYOR?
İlk çeyrekte yıllık yüzde 9,7 ile önemli bir artış gösteren kamu harcamaları, ikinci çeyrekte tersine dönerek yıllık yüzde 4,3 oranında daraldı. Bazı gözlemciler maliye politikasındaki gevşekliğin GSYH tarafına yansımamasını garipsediler. Aslında kamu harcamalarına “mal ve hizmet alımları ve personel giderleri” tanımıyla bakıldığında, GSYH tarafındaki kamu harcamaları ile merkezi bütçe tarafındaki kamu tüketimi arasında aşağıdaki grafikte görüldüğü gibi, önemlice bir korelasyon olduğunu söylemek mümkün. Doğrudur, bu çeyrekte bütçede bozulma devam etti ama bu daha çok transferlerden ve yatırım harcamalarındaki patlamadan kaynaklandı. Yani harcamalar ve vergi indirimleri devam etti, ama bunlar Ulusal Hesaplar tanımına göre “kamu tüketim harcaması” olarak kategorize edilen harcamalar değil.
4- BÜYÜMENİN KOMPOZİSYONUNA BAKTIĞIMIZDA YILLIK BÜYÜMEYİ İNŞAAT HARCAMALARININ VE İHRACATIN SÜRÜKLEDİĞİNİ GÖRÜYORUZ. BU SÜRDÜRÜLEBİLİR Mİ?
Açıkçası pek sürdürülebilir gibi görünmüyor. İhracatın (net) olumlu katkısı iki çeyrektir devam ediyor, ama hacim endekslerinden gördüğümüz kadarıyla bunun 3. çeyrekte iyice azalması söz konusu. Hatırlanacağı gibi bu kaleme ihracat eksi ithalat katkısı olarak, yani net bazda bakıyoruz. Aşağıdaki grafikte görüldüğü gibi, net ihracat katkılı büyüme Türkiye özelinde genelde 4-5 çeyrekten fazla sürmüyor, çünkü ihracatın ithalattan uzun süre daha hızlı büyüdüğü bir dinamiğe ekonominin yapısı – eğer resesyonda değilsek – pek el vermiyor. Ekleyelim: Bunu kur politikası ile değiştirmek de pek mümkün değil. Rekabetin daha yapısal, “fiyat dışı” faktörlerine odaklanmak lazım...
İnşaat tarafında ise yatırım harcamalarında beklenmedik bir sıçrama oldu, oysa katma değer tarafında benzer güçte bir sıçrama görmedik. Bunun bir izahı inşaat sektörüne aktarılan KGF kredilerinde – ki inşaat bu mekanizmadan en fazla yararlanan sektörlerden biri – yatıyor olabilir. Bu krediler sayesinde inşaat şirketleri bazı yatırımlarını -- son bir gayret -- tamamlamaya çalışmış olabilir. Eğer gerçekten öyleyse veya en azından bu önemlice bir faktörse, bu yatırımların sürdürülebilirliği – özellikle 2012-15 döneminde inşaatla büyümüş bir modelde – zor görünüyor.
5- YÜZDE 5 GİBİ YÜKSEK ORANLARLA BÜYÜYORUZ, AMA ARTIK DOLAR BAZINDA ZENGİNLEŞMİYORUZ, BU NASIL OLUYOR?
Bilindiği gibi dolar bazlı zenginleşmemiz için nominal TL cinsi gelir artışımızın, liranın değer kaybının üstünde seyretmesi lazım. Oysa dolar cinsinden toplam milli gelirimiz aşağı yukarı 10 yıldır yerinde sayıyor – 2007’de 800 milyar iken bu rakam 2. çeyrek itibariyle 830 milyar civarında (bkz. grafik) – hatta nüfüsumuz bundan daha fazla arttığına göre, kişi başına gelirimiz hafif geriledi bile. Bu açıdan son yıllarda görülen yüksek büyüme rakamlarının bizi yanıltmaması gerekiyor, açıkçası ortada pek “mucize” yok. Nitekim gerçek zenginleşme – yani “yakınsama” dediğimiz, gelişmiş ülkelerin gelir düzeyine yaklaştığımız türden zenginleşme -- ekonomide üretkenlik artışlarından başlar. Bu, rekabet gücümüzü artırır, kur değerlenir, ama bu değerlenme üretkenlik artışları ile birlikte gerçekleştiğinden rekabet kaybetmeden zenginleşmiş oluruz. “Orta Gelir Tuzağı”nı kıran ülkeler aslında bunu başaran ülkeler. Rakamlar bu dinamikten oldukça uzak olduğumuzu gösteriyor. Bizim büyüme son tahlilde talep yanlı bir büyüme; cari açığımızın ve enflasyonumuzun halen yüksek oluşu da buna işaret ediyor.
ÖZETLE...
Amacımız polemiğe polemik katmak ve/veya kurumlar adına konuşmak değil, sadece tartışmalara bir nebze ışık tutmak dileğiyle, önemli olduğunu düşündüğümüz bazı hususlara değinmek istedik. Şüphesiz yeni seri ile ilgili tartışmaların sona ermesi için TÜİK’in zaman içerisinde bu konudaki bütün tereddütleri gidermesi elzem. Ancak elimizdeki bu rakamların ekonomisine baktığımızda da, zaten durumun pek parlak olmadığı net: büyüme pek kaliteli değil ve teşviklerle gidiyor.
* Turkey Data Monitor, Daryo Mizrahi ve Murat Üçer tarafından Türkiye’nin ekonomisi ile ilgilenen herkesin makro ekonomik verilere erişebilmesi amacıyla kurulmuş, bir ekonomik veri platformudur.
** Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve BusinessHT'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir. Ayrıca burada yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değil, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir.