Türklerin makûs talihli yatırım aracı
Yatırım denilince "Altın, dolar, gayrimenkul" üçlüsünün akla geldiği Türkiye'de sanat piyasası yıllardır ekonomik ve sosyolojik engellerin gölgesinde
Türkiye'de yaşayıp da cebinde bir miktar "birikmişi" olanın eşinden dostundan duyduğu öncelikli yatırım tavsiyeleri, "Altın al altın, altınla sırtın yere gelmez " , "Zamanında 100 dolar alsaydık..." , "Bence bir kısmını faize yatır", "Bir göz oda da olsa bir evin olsun hayatın kurtulur", "X firmasından hisse mi alsak?" gibi fikirler etrafında dolaşırken şöyle bir öneri çok nadir duyulur: Bir tablo mu alsan?
Ve nüfusunun yaklaşık yüzde 15'i yoksulluk sınırının altında yaşayan, en yüksek gelir seviyesine sahip yüzde 20'lik kesimin de toplam gelirin yüzde 46,5'ine sahip olduğu bir ülkede bu durum çok da sürpriz değil.
Kaldı ki binlerce dolarlık resim ve heykellerin ileride daha da değerleneceği düşüncesiyle alım-satıma konu olması en zenginler arasında bile çok yaygın olamayabiliyor.
1975'te İstanbul Kurtuluş'ta açtığı galerisiyle 40 yılı aşkın süredir sanatçı ve sanata ilgisi olanları buluşturarak Türkiye'de plastik sanata, galericiliğe ve koleksiyonculuğa yön vermiş Yahşi Baraz, Türkiye'deki zengin kesimin sanata olan merakının yüzde 1'e bile ulaşmadığını söylüyor.
BusinessHT'ye konuşan Baraz'a göre bunda, sanat piyasasındaki durgunluğun yanı sıra, sosyolojik eksikliklerin de payı büyük.
- Türkiye ve dünyada sanat piyasasının gelişimini mukayese edersek nasıl bir sonuç çıkar ortaya?
Gelişmekte olan ülkelerde sanat, ne yazık ki öncelikli konumda yer almıyor. Altyapı, yol ve diğer ihtiyaçlar gibi yatırımlar sanattan önce geliyor. Sanat ise burjuvalaşmayı gerektiriyor. Burjuvalaşmak için de üniversite mezunu olmak, kitaplar, resimler, heykellerle büyümüş olmak, aileden görmüş ve belli bir birikime sahip olmak gerekiyor.
Yüzyıllarca savaş görmüş bir ülke olarak Türkiye, ilk önemli atılımını Cumhuriyet dönemi sonrası yaptı. Ancak o zaman bile Batı'ya tam entegre olunamadı. O dönemde böyle bir talebin olmaması ve koleksiyonculuk olgusunun 1940'ların sonunda başlaması bu durumun iki önemli etkeni.
Küresel çapta ise 19'ncu yüzyıl sonunda başlayan sanayileşme, arkasından müzeciliği getirdi. Müzeler açılmaya, koleksiyoncular oluşmaya başladı. Sanatın merkezi 16'ncı yüzyılda Roma, 17 ve 20'nci yüzyıllar arası Paris iken, 1960'lar sonrası savaşın bitmesi, ABD'nin zenginleşmesi, Avrupalı sanatçı ve galericilerin New York'a taşınmasıyla ABD'de yeni bir trend başladı. Zenginler, bu süreçte satın aldıkları resimlerle müze kurmaya başladı. Müzeler, sadece duvara resim asma yeri değil, insanları eğiten kurumlardır. Arkadan gelen nesiller o müzelerde gördüğü eserlerle yaşayarak yeni bir nesil yarattı.
Bugün yatırım değeri yüksek sanatçılar, ekonomisi en güçlü ülkelerden çıkıyor. Bunlar: ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya.
- Peki Türkiye'de şimdiki durum nasıl?
Türkiye'deki zengin kesimin sanata olan merakı yüzde 1 bile değil. Merakı olanların alım-satımı da çoğunlukla durmuş durumda. Son 6-7 senede bazı ressamların eserlerine ilgi yüzde 40-50 civarında düşerken, birçoğunda hiç satamama durumu oldu. Mesela 20 bin liraya alınmış bir resme bugün piyasada hiç para verilmeyebiliyor.
Bunun iki nedeni var. Birincisi ekonomideki yavaşlama. Irak ve Suriye'deki savaş Türkiye ekonomisini çok etkiledi. Daha da çok etkileyecek. Ben Türkiye'nin önümüzdeki 10 senede hem ekonomi hem sanat piyasası açısından pek belini doğrultamayacağını düşünüyorum.
Diğer bir etken de yabancı resim merakı. Türk zenginleri, son iki üç senedir yabancı sanat eserlerini almaya başladı. Sanata yatırılan paranın yüzde 50'den fazlası oraya gitmeye başladı. Bu da Türk sanatçıları için çok büyük bir para kaybı oldu.
Türkiye'de aşağı yukarı 3-4 bin dolayında ressam var. Güzel sanatlar fakültelerinden her sene yüzlerce mezun oluyor. Bunların nasıl eğitildiği, ne derece yetenekli olduğu tartışılır. Ancak benim görüşüm bunların yüzde 90'ının işsizler ordusuna dahil olacağı yönünde. Bu bölümlerden mezun olanlar başka mesleklere yönelecektir, çünkü bu toplum o insanları yaşatamayacaktır.
Varlıklı biri, yeni bir sanatçıyı "Ben bu çocuğa nasıl güveneyim. Ya yarın bırakırsa" diyerek desteklemeyebiliyor. Yetenekli gençlerin desteklenmesi vakıflar yoluyla olur. Türkiye'de sanat vakıfları kurulur, yetenekli çocuklar eğitilerek, yurtdışına gönderilerek, müze gezdirilerek desteklenir. Bizdeki zengin, bu çocukların eğitimini düşünmeden, yabancı bir resim satın alarak spekülatif davranıyor ve sanat gelişmiyor. Baktığınızda 7-8 ressama yatırım yapılıyor, diğerleri ekonomik kriz içerisinde.
Koleksiyoncular da parasal değeri düşmesin diye garantiye gidiyor, resmi alıp, ambalajlayıp "Bir gün fiyatı yükselirse satarım" diye odasına koyuyor. Oysa sanat böyle gelişmez. Resmi aldıktan sonra, müze kuracaksınız, sergiler düzenleyeceksiniz, resimlerin önünde eğitim yaptıracaksınız. Bu çok uzun vadeli bir iş.
Bugün Türkiye'de aşağı yukarı 100'ün üzerinde koleksiyoncu var. Türkiye'de son 50 yılda resim alanların sayısı 10 bin kişiyi geçmez. Buna hayatında bir resim almış olanları da sayıyorum. Hat gibi eski yazılar da resimden daha fazla para ediyor ve Kültür Bakanlığı tarafından destekleniyor.
- Anadolu'da durum nasıl?
Anadolu'nun bir müzayede piyasası yok. 81 vilayetin hiçbirinde doğru dürüst plastik sanatlar müzesi de yok. İstanbul'daki bir eserin, Adana, Mersin, Kars'ta da aynı değere satılması gerekirken, yarı fiyatına düşebiliyor. Berlin'de satılan bir resmin Hamburg'ta yarı fiyatına düşmesi mümkün değil.
Bizim bütün idealimiz İstanbul'un yapıp, Anadolu'yla bağlantı kurmaktı. Aslında 20'nci yüzyıl sonu itibariyle dünya bu kadar kutuplaşmışken, sanatın merkezi New York, Londra, Paris'ten alınıp İstanbul'a taşınabilir. Türk sanatçıların böyle bir şansı var. Ama Türkiye'de bu sistemi kuracak insan yok. Ne müze var, ne yatırılacak para, ne entelektüel yapı müsait.
İstanbul ve Ankara merkezli bir zengin kesimi bir kenara koyarsak son 10-15 yılda Anadolu zengininde de bir yükseliş oldu, bir özgüven duygusu aşılandı. Bu özgüven, Anadolu sermayesinin gelişmesine fırsat verdi. Ancak Anadolu zengini, toprağa bağlı aileler. Daha birinci nesil zengin. O zenginin sanat ve kültürle bağlantısı için en az 50-100 sene gerekiyor. Ailenizden size o kültürü verecek insanlar olması gerekiyor.
Zaten şu anda resim alım-satımı belirli ailelerin elinde. Koç'ları ele alalım. Vehbi Koç da Anadolu kökenlidir ve bir ticaret dahisidir. Diğer birçok Anadolulu aileden önce davranıp İstanbul'a gelmişlerdir. Vehbi Koç'un resme çok ilgisi yokken, kızı Suna Kıraç benden çok resim almıştır. Bugün ABD ve Avrupa piyasasının iyi galeri müşterilerinden Ömer Koç , Dolapdere'de muazzam bir müze yaptırıyor. Müzede hem kendi koleksiyonu, hem de Vehbi Koç Vakfı'nın eserleri olacak. Dikkat ederseniz, asıl yükseliş üçüncü nesilde başlıyor.
- Türk sanatına yabancı ilgisi var mı?
Yabancının gelip de Türkiye'de bir sanat eseri aldığını görmek binde birdir. Bugün İran'dan çıkan sanatçıların evrensel değeri, bir Türk ressamı ya da heykeltıraşından daha çoktur.
Evrensel olmak için belirli kıstaslar var: Hangi galeriyle, hangi yayıneviyle çalıştığınız, dünyadaki önemli koleksiyoncuların koleksiyonuna girmeniz, dünyaca ünlü müzelerinde eserlerinizin olması çok önemli.
Bu kriterlere uyan ressamımız olmadı ancak ufak kıpırtılar var tabii. Örneğin Burhan Doğançay bugün marka olmuş bir sanatçı, onun geriye düşüşü olmaz. Kendisi 60 ülkede müzelere girdi. Halikarnas Balıkçısı'nın kız kardeşi Fahrünnisa Zeid'in, Londra'daki Tate Modern'de daha yeni sergisi açıldı.
Türk sanatçılar daha çok kendi ülkesinde tanınıyor. Bunun nedeni de 1980-1990'a kadar Türk plastik sanatçılarının iyilerinin hepsinin akademide hocalık yapıp, bağımsız atölye kurma, buralarda ürettikleri eserleri topluma kazandırma, yurtdışına açılma gibi bir girişimleri olmaması. Böyle bir istekleri de ekonomik koşulları da yoktu.
Türkiye'de galericiler, bu sanatçıların satışlarına ve tanınmasına ön ayak oldu. Bu kişiler üretimi yaptı, ancak yeterli tanıtım olmadı. Sanat eserini yapacaksınız, onu tanıtıp bir değer olduğunu ifade edeceksiniz. Ve zengin kişinin dikkatini çekeceksiniz. Zengin kişi, tereddütlü bir kişidir. Zengin birinden para almak kolay bir şey değildir, para harcarken çok dikkatlidir.
Bugün Doğançay ve Zeid'in yanı sıra Nejad Devrim, Mübin Orhon, Yüksel Arslan, Bubi, Canan Tolon, Bedri Baykam, Ergin İnan, Selma Gürbüz, Maria Kılıçlıoğlu gibi isimler en çok talep gören isimlerden bazıları.
Yahşi Baraz'ın çektiği sanatçı portreleri
- Bankalar ve sanat piyasası ilişkisini nasıl değerlendirirsiniz?
Sanat piyasasının satışları üç kanalla oluyor: Galeriler, açık artırmalar ve evden eve satışlar. Müzayedelerdeki satışlardan elde edilen gelir yalnızca sanatçıya ve galericiye verilmiyor. Bunun salon kirası, ilan parası, çerçevecisi vs. de var. Sanatçıya ve galericilere az bir para kalıyor.
Türkiye'de bankalar yıllarca galeriler açtı. Ressamlar, eserlerini bu galerilerde sergiledi. Çünkü kataloglar basılıyor, kokteyl düzenliyor ve hiç para almıyorlardı. Ancak bu durum, profesyonel galericiliği baltaladı. Biz bankaların sanat eserlerini alıp, onları kitaplaştırmalarını, şehirlerde dolaştırmalarını ve eğitim vermelerini istiyoruz. Deutsche Bank'ın bir galerisi yoktur ama Frankfurt'ta dünya çapında bir koleksiyonu vardır.
Bankaların galeri açması kısa vadede iyi olabilir ama uzun vadede galericiliği öldürür. Onun yerine bu kuruluşlar, sanatı desteklemek için bir fon açmalı. Örneğin "Yılda 5-6 milyon dolarlık resim alacağım" denmeli. O paraları galeriler vasıtasıyla sanatçılara dağıtmalı. Sanatçılara kitap basılmalı, gelecek nesiller eğitilmeli. Ya da yurt dışında Türk sanatını tanıtan sergiler açılabilir. Bunu bankalar yapabilir, ama galericiler yapamaz. Biz ekonomik yönden şu an kımıldayacak halde değiliz.
- Türkiye'de sanat piyasasının hiç mi yüzü gülmedi?
Türk resmi son 42 yılda iki defa çok büyük para etti. Birincisi 1985-90 arası Turgut Özal'ın başbakan olduğu dönem. Televizyona çıkıp, "2000 yılında Almanya seviyesinde olacağız " vaatleri piyasaya da ümit verdi. Sanat da gelişti. Üst üste sergiler açılıyordu. 1990-1991'de Irak savaşıyla yeniden bir düşme oldu. 1994-1998'de Güneydoğu'daki çatışmaların getirdiği ümitsizlik sanata da yansıdı.
Ancak ikinci çıkış küresel kriz sonrası 2009-2011 arası oldu. Bu yıllarda çok resim satıldı. Bunda dünya krizlerinin Türkiye'ye geç gelmesinin, bizim tanıtımlar için uğraşlarımızın, İstanbul'un 2010'da Avrupa Kültür Başkenti olmasının, Bienallerin de etkisi olabilir. Ancak o dönemde bile yabancılara satışlar yüzde 3-5 seviyesindeydi.
O dönemde en yüksek fiyata satın alınan eserler, bugün yarı fiyatına dahi satılamıyor. Bu, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde sanatçıların daima risk altında olduğunu ve eserlerinin her zaman yatırım değeri taşımayabileceğini gösteriyor.
Fotoğraflar: Gökçen Tuncer