BIST 100 10.025,47 % 0,77
USD/TRY 35,2090 % 0,11
EUR/TRY 36,7452 % -0,01
Piyasalar
10.025,47
% 0,77
35,2090
% 0,11
36,7452
% -0,01
1,0426
% 0,04
40,60
-0,48
2.619,30
% -0,54
74,18
% 1,26
En son haberlerden haberin olsun istemez misin?

Kıbrıs'ta 'en iyi fırsat'a nasıl geldik?

Son görüşmelerin Kıbrıs için en iyi fırsat olduğu kabul ediliyor. Peki bu yolun önemli kilometre taşları neydi?

Kıbrıs'ta 'en iyi fırsat'a nasıl geldik?
BUSINESSHT 29 06 2017, 11:35

Birleşmiş Milletler Kıbrıs özel temsilcisi Espen Barth Eide, yeniden başlayan Kıbrıs barış müzakerelerinin çözüm için en iyi fırsat olduğunu, ancak son fırsat olmadığını söylerken tarihe bir göndermede bulunuyordu. 

Ne de olsa iki toplumun ayağına bu süreçte birçok kez fırsat gelmiş ama o son imza atılamamıştı. Bu kapsamda belki de en çok hayıflanılan fırsat Rumların hayır dediği Annan Planı olmuştu. Dönemin Birleşmiş Millletler Genel Sekreteri Kofi Annan, adanın birleşmesi için bir plan hazırlamış, bu plan 24 Nisan 2004'te adanın iki tarafında oylanmıştı. Adanın birleşmesi ve uluslararası toplumda tanınmak için heyecan duyan Türk tarafı planı kabul ederken, Rum tarafı ise hayır demişti. Belki de son yılların en büyük şansı böylece kaçırılmış oldu.

Ama o zamandan bu yana köprünün altından çok sular aktı. Hem adada yaşananlar hem de bölgesel gelişmeler adadaki çözümü yeniden gündeme getirdi, umutların biraz daha yeşermesine neden oldu. Bugünden geriye bakıldığında birkaç boyutun kesişmesi ile İsviçre'deki masa daha da çok umut verdi.

1- ADADAKİ GELİŞMELER 

Kesişen, iç içe geçen bu boyutların tarihçesine ve çözüm yolundaki katkılarına bakıldığında ilk durak olarak Kıbrıs'ın iki tarafında yaşanan gelişmeler öne çıkıyor. Adanın Türk ve Rum tarafında siyasi otoritelerde yaşanan dönüşüm, Kıbrıs'ta farklı gelişmelerin de kapısını açtı.

Rum tarafında yaşananlar: Rumlar, Annan Planı'na hayır dediğinde Rum tarafının lideri Tassos Papadopoulos'tu. EOKA geçmişi ile bilinen Papadopoulos, Annan Planı'na karşı hayır kampanyasının da önderliğini yapmıştı. O dönemde Papadopoulos'un kampanya boyunca "Ben bir devlet devraldım, bunun bir toplum statüsüne indirgenmesine izin vermeyeceğim" sözüyle hayır çağrısı yaptığı ifade edildi.  

Annan sonrasında Birleşmiş Milletler'in desteği ile Temmuz 2006'da Tasos Papadopulos ile dönemin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat bir araya geldi. İmzalanan anlaşmaya göre yeniden karşılıklı müzakerelere başlanması ve teknik komiteler ile çalışma gruplarının oluşturularak ön hazırlık yapması kararı alındı.

Fakat kapsamlar ve ilerleyiş konusunda fikir birliğine varılamadı. Eylül 2007'de bir kez daha gerçekleştirilen buluşmada da bir sonuç alınamayınca, 2008'de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ndeki seçimler sonrasına kadar hiçbir buluşma olmadı.

2008 yılında yapılan seçimlerle Papadopoulos'un ardından 2004 yılındaki oylamada hayır oyu veren AKEL'in lideri Dimitris Hristofyas göreve geldi. 2004'teki katı tutumu bilinen Hristofyas beklentilerin aksine müzakerelerden yana tutum aldı ve Papadopoulos döneminde kurulan fakat sonuç çıkmayan müzakere masası yeniden kuruldu.     

Mayıs 2008'de Talat ve Hristofyas, bir araya geldi ve müzakerelerin teknik ilerleyişi konusunda görüşmelerde bulundu. Müzakerecilerin federal anayasa ve kurumların adil dağılışı konusunu masaya yatırdığı ve olumlu bir atmosferde gerçekleştiği açıklandı. Liderler ikinci kez, teknik komitelerin yaptıkları ilerlemeyi görüşmek üzere toplandıklarında bir deklarasyon yayınlayarak, "tek uluslararası kimliğe sahip federal devlet" hedeflerinin olduğunu açıkladılar. İki lider, müzakerelerin başlangıç takvimini belirleyemedikleri için Haziran ayının ikinci yarısında yeni bir değerlendirme yapmak için toplanmaya karar verdiler.

Hristofyas döneminde Avrupa ekonomisini de etkisi altına alan ekonomik durgunluk, birliğin ekonomik açıdan en zayıf halkalarından biri olan Kıbrıs'ta da ciddi sıkıntılar yarattı. Artan kamu borçları, Yunanistan'daki kriz, bankaların batması ve yeterli yardım alamaması üzerine Güney Kıbrıs resmen iflasın eşiğine geldi. Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas yönetimi, Temmuz 2012'de AB, Avrupa Merkez Bankası ve IMF'ye başvurup kurtarma paketi talep etti. Ülkedeki ekonomik kriz durumu, Avrupa Birliği'nin müzakarelere geri dönüş baskısını kabul etti. 

Tam bu gelişmeler yaşanırken, Kıbrıs Rum Kesimi'nin lideri Nikos Anastasiadis oldu. Demokratik Seferberlik Partisi (DİSİ) lideri, muhafazakar Nicos Anastasiadis 2004'teki referandumda Annan Planı'na destek vermişti. Cumhurbaşkanı seçildiğinde yaptığı zafer konuşmasında, Türk tarafının da kabul edeceği bir çözümle 'tam bir Avrupa devleti' oluşturmak istediklerini söylemesiyle dikkat çekmişti. Anastasiadis, cumhurbaşkanı seçilmesinden kısa süre sonra ağır şartlar içeren bir kurtarma paketi konusunda AB ve IMF ile anlaştı. Güney Kıbrıs parlamentosu da Mayıs 2013'te 10 milyar euroluk paketi onayladı.

KKTC'de siyasi dönüşüm: Rum tarafında bunlar olurken Türk tarafında da çözüm iradesi ortaya koyan siyasi liderlerin yönetimde olduğu ve görüşmelerde etkin olduğu görüldü. 

Annan Planı'nın ardından 2005 yılında çözüm konusunda oldukça liberal yaklaşımıyla bilinen Cumhuriyetçi Türk Partisi Genel Başkanı Mehmet Ali Talat göreve geldi. Talat çözüm konusunda aktif bir politika sergiledi. Fakat hem Rum tarafındaki gelişmeler hem de uluslararası konjonktür Talat'ın diplomatik bir başarı yakalamasına izin vermedi. 

Talat, bu tarihten sonra çözüm için Kıbrıslı Rum liderler, önce Tasos Papadopulos, sonra Dimitris Hristofyas ile birçok kez bir araya geldi. Özellikle 3 Eylül 2008'de Hristofyas'la başlayan resmi müzakere süreci umutları artırdı. Taraflar, federasyon temelinde Ada'nın birleşmesi ve varılacak anlaşmanın referanduma sunulmasında fikir birliğine vardılar. İki lider 2010'a kadar 60 görüşme gerçekleştirdi. 18 Ocak 2010'dan itibaren yoğunlaştırılmış tura geçtiler.

KKTC'de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle 30 Mart 2010'da görüşmelere ara verildi. Mehmet Ali Talat, ertesi gün yaptığı bilgilendirme toplantısında, gelinen noktada bütünlüklü bir anlaşma sağlanamadığını söyledi.

Talat'ın ardından göreve Derviş Eroğlu geldi. Eroğlu da muhafazakar bir siyasi gelenekten gelmesine rağmen çözüm konusunda önemli adımlar attı. Anastasiadis ile birçok kez bir araya gelen Eroğlu çözümü sağlayamadı. 

Görüşmelerin hızlanmasındaki kritik aktörlerden biri olan Mustafa Akıncı bu aşamada sahneye çıktı. Lefkoşa'nın belediye başkanı olarak tanınan Mustafa Akıncı 2015'teki seçimlerde bağımsız aday olarak yüzde 60 oy aldı. 2015 Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci turda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı seçilmesi ile birlikte Kıbrıs sorununu çözmek üzere çalışmalara da hız veren Mustafa Akıncı 11 ve 15 Mayıs 2015'te Kıbrıs müzakereleri çerçevesinde Kıbrıslı Rum Lider Nikos Anastaiadis ile görüşmelere başladı.

 

Zaman zaman Türkiye ile gerilimler yaşasa da Akıncı, Türk askerinin de adada kalmasına ilişkin mesajları ile birlikte Rum tarafıyla birçok görüşme gerçekleşti. Bir önceki BM Genel Sekreteri Ban Ki Mun döneminde de mevcut sekreter Guterres döneminde de Akıncı Türk tarafının çözüm iradesi oldu.  

2- BÖLGEDEKİ GELİŞMELER

Kıbrıs görüşmeleri açısından bölgesel gelişmeler de denklemin önemli parçasını oluşturuyor. Yukarıda da bahsedildiği gibi bölgesel gelişmeler açısından en önemli başlık 2009 sonrası etkisi gittikçe ağırlaşan ekonomik durgunluk olmuştu. 

Ülkenin yaşadığı ekonomik kriz hali Avrupa Birliği'nin müzakereler yönündeki çağrısının kabul edilmesindeki en önemli nedenlerden birisi olarak öne çıktı. 

Doğu Akdeniz'de enerji satrancı: Bununla bağlantılı olarak bundan daha kritik gelişme ise Doğu Akdeniz gazına yönelik yaşananlar oldu. Kıbrıs'ın yanı başında tabiri caizse bir hazine çıkması Kıbrıs sorununun gündeme güçlü bir şekilde dönmesine yol açtı. 

2009-2010 döneminde Doğu Akdeniz'de İsrail doğal gaz rezervlerinin keşfedildiği Leviathan ve Tamar sahası ve diğer irili ufaklı sahalarla birlikte yaklaşık 1 trilyon metreküplük bir enerji kaynağına kavuştu. Bu keşifler İsrail gazının Kıbrıs üzerinden Avrupa'ya ihracını gündeme getirdiği gibi Kıbrıs açıklarındaki olası rezervlere de dikkat çekti. 

Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı verdiği bir röportajda İsrail gazının Avrupa’ya ulaştırılmasında Kıbrıs adasının kritik bir önemde olduğundan bahisle, Ada’da çözümün sağlanmasıyla birlikte oluşacak siyasi istikrar sayesinde İsrail gazının Kıbrıs ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınacağını, Türkiye’nin de bundan karlı çıkacağını belirtti. Akıncı ayrıca, Kıbrıs sorununu Doğu Akdeniz’deki enerji denklemi ile doğrudan ilişkilendirerek Türkiye’nin Ada’daki çözüm çabalarına destek olmasının karşılığını, hem Kıbrıs Türkleri hem de Türkiye açısından enerji denkleminde siyasi ve ekonomik kazanç elde etmek olarak yorumladı.

Kıbrıs gazının taşınması ile birlikte Kıbrıs açıklarındaki rezervler de önemli bir başlık olarak öne çıktı. Bu konuda Kıbrıs Rumlarının attığı adımlar zaman zaman müzakerelerin tıkanmasına yol açtı. 

11 Şubat 2014’te başlayan, BM aracılığıyla yürütülen Kıbrıs müzakerelerine, Ada açıklarındaki tek taraflı doğal gaz arama çalışmaları sebebiyle yedi ay ara verildi. Kıbrıs Rum yönetimi Ada'da tek taraflı ilân ettiği Münhasır Ekonomik Bölge'ye Türkiye'nin savaş gemileri sokmasını gerekçe göstererek, Ekim 2014'te müzakerelerden çekilmişti. Türk bandıralı sismolojik araştırma gemisi Barbaros Hayrettin Paşa, 20 Ekim 2014'te KKTC ile Türkiye’nin yaptığı anlaşma çerçevesinde Münhasır Ekonomik Bölge’ye girerek doğalgaz arama çalışmalarına başlamıştı.

Kıbrıs Rum Kesimi bu konudaki girişimlerine devam etti. Mart 2016'da Rum Yönetimi, Münhasır Ekonomik Bölgesi’nde olduğu iddiasıyla 6, 8 ve 10’uncu parsellerde hidrokarbon araştırması yapılması için ruhsat ihalesine çıktı.

Türk Dışişleri, 6 numaralı sahanın önemli bir bölümünün, Türkiye’nin kıta sahanlığının Birleşmiş Milletler nezdinde kayda geçirilen dış sınırlarının içinde yer aldığını duyurdu. “Ülkemiz, yabancı şirketlerin deniz yetki alanlarımızda izinsiz hidrokarbon faaliyetlerinde bulunmasına, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da hiçbir şekilde izin vermeyecek, kıta sahanlığındaki hak ve menfaatlerini korumak için gerekli her türlü tedbiri alacaktır” açıklaması yaptı.

Söz konusu kriz farklı açıklama ve gelişmelerle devam etti. Türkiye ve Türk tarafı münhasır ekonomik bölge argümanıyla Kıbrıs Rum Kesimi'nin bu konudaki çalışmalarına karşı çıkarken, Rum kesimi Eni ve Total gibi enerji devlerinin de yer aldığı farklı senaryolar geliştiriyor.  

Kısa sürede çözüm olmazsa ya da müzakereler çözüm yönünde ilerleme kaydetmezse, Rumların tek yanlı parsellediği Kıbrıs açıklarında Fransız Total ve İtalyan ENI şirketlerinin sondajları başlaması ve iki taraf arasında yeni bir kriz çıkması bekleniyor.

3- İKİ GARANTÖR ÜLKE TÜRKİYE VE YUNANİSTAN'DA YAŞANANLAR

Adadaki gelişmeler tarihsel bağlamında değerlendirildiğinde iki garantör ülke Yunanistan ve Türkiye'de yaşananlarla da yakından ilişkili oldu. Dolayısıyla son yıllardaki gelişmelere bakarken bu ülkelerdeki gelişmeleri ve soruna yönelik bakış açısını da değerlendirmek gerekiyor.

Krizle gelen Syriza yönetimindeki Yunanistan: Kıbrıs Rum Kesimi'ndeki ekonomik kriz ve krizin siyaset alanına etkileri kadar Yunanistan'ın yaşadığı kriz ve AB ve IMF ile yapılan görüşmeler de karmaşık sorunun önemli unsurları olarak kaydedildi. 2009 yılında tetiklenen kriz 2010-2016 yılları arasında etkili oldu. Ülke 2010, 2012 ve 2015'te IMF, Eurogroup ve Avrupa Merkez Bankası'ndan kurtarma paketleri aldı. Ekonomik kriz ülkeyi boğarken, sol eğilimli Syriza iktidara geldi.

Bu yıllar arasında Yunanistan'ın ekonomi başta olmak üzere içişlerine eğilmesi Kıbrıs sorunu ile ilgili aktif bir tutum almasının önüne geçti. Kriz ile birlikte gelen Syriza ise Kıbrıs konusunda her ne kadar aktif bir politika sergileyemese de iki toplumlu çözümü destekledi.   

Adaya can suyu taşıyan Türkiye: Türkiye ise Yunanistan'a kıyasla istikrarlı siyasi yapısıyla Kıbrıs ile ilgili orta ve uzun vadeli projeleri gündemde tutmayı başardı. Akıncı'nın ilk göreve geldiği dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile "yavru vatan" polemiği yaşansa da Türkiye Kıbrıs üzerindeki egemenlik haklarını koruyan, bununla birlikte çözüm yanlısı politikalarını devam ettirdi.

 

Bu dönemde 2015 yılında açılışı yapılan Kıbrıs'a Su Temini Projesi de Türkiye'nin Kıbrıs ilgisinin ve yatırımlarının sürdüğüne işaret etti. Türkiye’den Kıbrıs’a boru hatlarıyla su getirilmesi projesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başbakan olduğu 2011 yılında Mersin’in Dragos Çayı üzerine Alaköprü Barajı’nın temel atma töreniyle başlamıştı. 1.6 milyar liraya mal olan projede, Türkiye ile KKTC arasına 80 kilometrelik askılı boru sistemi kuruldu. Borular, denizin 250 metre altından şamandıralar ile bağlandı. 

Türkiye'nin enerji köprüsü olma politikası kapsamında münhasır bölge argümanıyla Doğu Akdeniz gazı üzerinden Kıbrıs ilgisi de devam etti.  

3+1 - GÖRÜŞMEYE İLİŞKİN DETAYLAR

Masada kimler var? Garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan, İngiltere dışişleri bakanları seviyesinde masada. Kıbrıslı Türk ve Rum liderler de masada yer alıyor. AB; 2004 yılında BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın adıyla anılan Annan planını Rumların reddetmesine rağmen Kıbrıs’ın tümünü AB’ye aldı. Dolayısıyla AB de görüşmelerde temsil ediliyor. Masanın kurucusu olarak Birleşmiş Milletler'de görüşmelerde bulunuyor. 

Kim ne istiyor? Türkiye ve KKTC, garantörlük ile Türk askeri varlığının çözümden sonra da güncellenerek devam etmesini istiyor. Yunanistan ve Kıbrıs Rum yönetimi ise, tam aksini. Üçüncü garantör ülke İngiltere için ise adadaki en önemli unsur, iki üssü. İngiliz üsleri İngiltere’nin toprağı kabul ediliyor ve müzakerelerin de konusu değil. 

Yukarı

Business HT×